Allahü Teâlâ (cc)’ya mekân izafe
etme meselesinde bazıları; “Allah, Arş’a kuruldu, dolaysıyla Allah göktedir”
iddiasında bulundular. İddialarının delili ise “O, Rahman, Arş’ı istiva etti”[1] ayetidir.
Birçok kimseye göre Arş, meleklerin
kendisini taşıdığı ve birçok meleğin kendisini tavaf ettiği bir tahttır.
Kur’an-ı Kerim’de de Arş hususunda şöyle buyrulur: “Melekler de semanın
etrafındadırlar. O gün, Rabbi’nin Arş’ını üstlerinde sekiz melek taşır.”[2]
“Bir de melekleri görürsün ki, Rablerine hamdla tesbih ederek Arş’ın
etrafını kuşatmışlardır.”[3] “Arş’ı yüklenen melekler ve onun
etrafındakiler, Rablerini hamd ile tesbih ederler.”[4]
Allah’ın gökte olduğunu
söyleyenler, “insanların dua ederken ellerini göğe doğru kaldırmalarını da”
iddialarında delil olarak kullanarak şöyle derler: “Arş, yoktan var olduktan
sonra Allah oraya vardı ve Arş’ı kendine mekân olarak seçti. Çünkü Allah “O,
Rahman, Arş’ı istila etti”[5] buyurmuştur.
Allah’a mekân izafe edenlerin bir
kısmı da “Allah, her yerdedir çünkü Allah; “Görmez misin Allah hem göklerdeki,
hem yerdekini bilir. Herhangi bir üç sırdaşın bir fısıltısı olmuyor mu, mutlaka
O, dördüncüleridir”[6], “Biz ona (insana) şah
damarından daha yakınız”[7] “Gökte de ilah olan O’dur, yerde
de İlah olan O’dur”[8] buyurmuştur” derler. Bu kimseler
Allah’ın mekândan münezzeh oluşunu anlamadılar ve Allah’a belli bir yer isnat
etmenin (Arş gibi) O’na bir had ve hudud icap ettirdiği gerçeğinden hareketle
Allah’ın her yerde olduğunu söylemek gerektiğine inandılar. Ayrıca onlar; “eğer
Allah arşta ise Allah arştan (hâşâ)
küçüktür. Çünkü bir şeyin bulunduğu mekândan daha büyük olması imkân dâhilinde
değildir. Bir kimsenin kendisini kapsayamayacak bir mekânı seçmesi akılsızlık
olduğu insanlar arasında bilinen bir gerçektir. Kaldı ki bir mekânda yer tutan kimse hem
makama muhtaçtır hem de bir hududu vardır” demektedirler.
Hiç şüphesiz Allahü Teâlâ (cc)
mekândan münezzehtir. Allah’a her yerde demek ve Allah’ın arşta olduğunu
söylemek mümkün değildir. Allah’a mekân isnadı ancak tüm mekânların koruyucusu,
idarecisi anlamını murat ederek mecaz olarak vasıf ederek mümkündür. Allahü
Teâlâ (cc)’ya eşyanın izafe edilmesi ve Allahü Teâlâ (cc)’nın eşyaya nispet
edilmesi ancak Allah’ın yücelikle vasıf edilmesi veya nispet edilen eşyanın
büyüklüğü makamında mütalaa edilebilir. Tıpkı şu ayetlerde beyan edildiği gibi:
“O Allah ki göklerin ve yerin
tasarrufu hep O’nundur.”[9]
“O, göklerle yerin ve
aralarındakilerin Rabbi’dir. Güneş’in doğduğu yerlerin de Rabbi’dir.”[10]
“Hamd olsun âlemlerin Rabbi”[11]
“O, kullarının üstünde kahr
sahibidir O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.”[12]
Herhangi bir şeyi Allah’a izafe
etmek, Allah’ın o şeyin üstünde olduğunu ve de o şeyin makamının yüceliğini
beyan eder. Aşağıdaki ayetlerde de bu durum söz konusudur:
“Gerçekten Allah, takva
sahipleriyle ve muhsinlerle beraberdir.”[13]
“Muhakkak ki bütün mescidler,
Allah’a ibadet için kurulmuşlardır. O halde Allah ile beraber başka birine
ibadet etmeyin.”[14]
“Allah’ın peygamberi onlara şöyle
demişti: “Allah’ın devesini kendi haline bırakın, su içmesine engel olmayın.”[15]
“Bu beytin (Kâbe’nin) Rabbine
ibadet etsinler.”[16]
Meselenin özü şudur: Allahü Teâlâ
(cc) hiçbir mekân yaratılmadan da vardı. Bütün mekânların yok edilip
kaldırılması ve Allah’ın olduğu gibi kalması mümkünler içerisindedir. O, ezelde
olduğu gibi şimdi de aynı varlığıyla vardır. Allahü Teâlâ (cc), fesada uğramak,
istihale ve zeval bulmak ve değişikliğe uğramaktan beri ve münezzehtir. Fesada
uğramak, yok olmak, değişikliğe maruz kalmak sonradan olmanın alametidirler.
Sonradan var olanların fani olma ihtimali her zaman vardır. Çünkü başlangıcı
yokluk olan bir varlığın sonunun da fani olma ihtimali mevcuttur.
Allah’a bir mekân tayin etmek
veya Allah’ın zatı ile her mekânda bulunduğunu söylemek Allah’ın bir yere
yerleşip orada karar kılmaya muhtaç olduğunu Allah’a isnat etmekten hiçbir
farkı yoktur. Bir mekâna yerleşen ise bulunduğu mekânda değişik hallere uğrayan
arazlar ve cisimler gibidir. Kim ki araz ve cisimleri yaratmış ve onların
hepsini kendi kudreti altında bulundurmuş ise o, mekândan münezzehtir. Yüce
olan Allah, mekâna muhtaç olmaktan veya âlemin bulunduğu hal ile vasıf
olunmaktan beri ve münezzehtir. Hiç şüphesiz Allah’ın zatı, hiçbir mekânda
değildir, O sıfatlarıyla her yerdedir.
Allah’a mekân etmek ihtimali
olsaydı Allah’ın âlemden bir cüz olduğunu da söyleyebilirdik. Bu ise apaçık
noksanlıktır. Kaldı ki bütün bir âleme bir mekân isnat etmek bile problemlidir.
(Bütün bir âlemi bir mekân olarak kabul ettiğimizde bu mekânı kuşatan mekân
nerededir? Sonra bu kuşatan mekânın mekânı… Sonsuza kadar böyle devam
edebiliriz) Böyleyken zatı ile kaim olan Allah’ın mekândan münezzeh olması
evvelce doğrudur.
Allah’ın arşı mekân tuttuğunu
söylemek (ki Arş bir yerdir) Allah’a mekân izafe etmektir. Ve bunun (batıl
olan) üç anlamı vardır:
Birincisi: Allah Arş’ı olduğu
gibi ihata etmiştir.
İkincisi: Arş’ı kurulmuştur
Üçüncüsü: Arş’ın dışına çıkmıştır
ve Arş Allah’ı çerçevelemiştir.
Birinci manada yani Allah Arş’ı
ihata etmiş ise Allah, Arş ile hudutlanıp çevrilmiş olur ki bu da yaratmaktan
aciz olduğunu gösterir. Çünkü Arş, O’nun kuşatıcısıdır. Eğer Allah’ın zatını
mekânlardan kendisini kuşatan bir mekânda vasıf etmek caiz olsaydı, zamanlardan
kendisini kuşatan bir zamanla da vasıf etmek caiz olurdu ki bizatihi kendisi de
sonlu varlıklar arasına girer ve yaratmasında kusurlu olurdu. İkinci manada
bunun gibidir.
Üçüncü manada hâşâ Allah’ın
Arş’tan daha büyük ve yüce bir varlığı yaratamayacağı izlenimini oluştururdu.
Bu ise son derece çirkin bir anlayıştır. Bir padişahın kendisi yanındaki
birisinden kendisini küçük görmesi herkes tarafından yerilir. Bütün bir âlem
Allah’ın mahlûkudur, birini diğerinden üstün tutan sadece Allah’ın takdiridir.
Allah ile hiçbir varlığı (bu Arş bile olsa) kıyaslanamaz bile. Hiçbir mahlûk
Allah’a çerçeve çizemez.
Arş’a kurulmak, oturmak, Arş’ta
durmak veya yüksek olan bir yere çıkmakta ne bir şeref ne de bir yücelik anlamı
vardır. Bunların hiçbiri azamet ve büyüklük sıfatı değildir. Bu tıpkı bir
binanın damına veya dağın tepesine çıkan kimsenin bulunduğu yerdeki yüksekliği
ve istilası anında kendisinden aşağıda bulunan kimseye nispetle bir büyüklük ve
yüceliğe müstahak olmadığı gerçeği gibidir. Bununla birlikte ayetlerde azamet
ve celal için zikredilen şeyin aksi bir şekilde tevili de doğru değildir. Çünkü
Allahü Teâlâ (cc) şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki Rabbiniz O Allah’tır ki,
gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş’ı istiva etti.”[17] İstiva’nın Arş’a izafe edilmesi iki yönden değerlendirilebilir.
Birincisi: Allahü Teâlâ (cc) gökleri, yerleri ve Arş’ı yarattığını beyan
ettikten sonra Arş üzerinden hem kendi hükümdarlığını anmış hem de Arş’ı büyüklemiştir.
Ayet açık bir şekilde Arş’ın tazim edilmesi gerektiğini beyan ediyor. Arş;
nurdan veya cevherden yaratılmış muazzam bir şeydir ki diğer mahlûkatın ilmi ve
idraki Arş’a yetişemez. Peygamberimiz (sav) Efendimiz, Hz. Cebrail (as)’ın her
gün Arş’tan bir avuç ziya nur alıp Güneş’e geldiğini bizim elbise alıp giymemiz
gibi Güneş’i de bu nur elbisesini giydirdiğini beyan etmiştir. İkincisi: Allahü
Teâlâ (cc) mahlûkatın en büyüğü ve yücesi olan Arş ile kendisini yâd ederek
büyüklüğün sadece kendisine mahsus olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir.
Büyük işleri eşyanın en büyüğüne izafe ve isnad edildiği bilinen bir şeydir.
Tıpkı filan için şu ülkenin hükümranlığı tamamlanmıştır ve falan için şu yeri
istila etmiştir denildiği gibi. Rabbimiz Arş’ı zikir ederek hükümdarlığının
tartışılmaz olduğunu ilan etmiştir.
Rabbimizin Arş’a istivadan bahsetmesinin şanının yüceliğini beyan için
olduğunu söylemiştik. Şanının yüceliğini değişik ayetlerde ve değişik
izafetlerle de beyan etmiştir, Allahü Teâlâ (cc): “Bugün sizin dininizi kemale
erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.”[18] Dinin kemal bulması; Allah’ın nimetinin tamamlanması, Mekke ahalisinin
Allah’a ortaksız iman etmeleri ve kâfirlerin dinlerinden ümitsizliğe düşmeleri
sebebiyle meydana gelmiştir. Peygamberlerin, Firavunlara ve Mekkelilere
gönderilmesi hususunda zikredilen şeylerde bu kapsamda değerlendirilir.
Allahü Teâlâ (cc)’nın “Arş’a istiva”dan söz etmesi kendisinin mekândan
münezzeh oluşunu tekit anlamındadır. Çünkü Arş, mahlûkat katında mekânların en
yücesidir. Arş’ın üstünde akıllar hiçbir şey takdir edemezler. Allah’ın Arş’a
istivada söz etmesi Allah’ın bütün mekânlardan yüce olduğunu ve ihtiyaçtan beri
olduğunu beyan etmek içindir. Rabbimizin; Görmez misin? Allah hem göklerdekini, hem yerdekini
hep bilir. Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu, mutlak o,
(Allah) dördüncüsüdür...”[19]
ayetinde de aynı hususa işaret vardır. Zira açıktır ki fısıltı, mekâna izafe
edilen bir şey değildir. Fısıltı, fertlere izafe edilir. Ayette mekânlardan
yüce olan Allah’ın kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmasının mümkün olmadığı
haber verilmiştir. Bir başka ayette de şöyle buyrulur: “Andolsun, insanı
biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini de biliriz; biz ona şah
damarından daha yakınız.”[20]
Ayet, Allah’ın kudretini, hükümranlığını ve bütün mekânların ilahı olduğunu
haber veriyor. Çünkü o yerler kulların mekânıdır. Bir başka ayetlerde de şöyle
buyrulur: “Gökte ilah olan O’dur, yerde de ilah olan O’dur. O, Hâkim’dir, Âlim’dir.”[21]
“O Allah ki, göklerin ve yerin tasarrufu hep onun...”[22]
“O, kullarının üstünde galiptir, O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden
haberdardır.”[23] “... ve
O, her şeyi hakkı ile bilendir.”[24]
“Dönüşünüz ancak Allah'adır. O, her şeye kadirdir.”[25]
Bütün bu ayetler Allah’ın her şeyin maliki ve hâkimi olduğunu haber veriyor.
Allahü Teâlâ (cc), bütün benzeyenlerden yücedir, beridir, kendisinden başka
ilah yoktur.
Bazı kimseler Arş’a istiva
meselesini Allah’ın mülkü manasında kinaye olduğunu söylemektedirler. Onlara
göre Arş, eşyadan yükselen ve yüce olanın ismidir. Bu yüzden ağaçların
zirvesine, evlerin damına dahi arş ismi verilir. Bu kimseler istivaya üç
vecihten mana vermekteler.
Birincisi: İstila. Tıpkı; “falan
kimse şu şehri istila etti” denildiği gibi. Buradaki istila galip geldi
anlamındadır. Arş kelimesi şairlerin dilinde taht manasında kullanılmıştır. “Arş’ının
devamlı kalıp değişikliğe uğramayacağını mı sandın.” Bir başka şiirde de şöyle
denir: “Mervanoğullarının tahtları yıkılıp yerle bir oldu.”
İkincisi: Yükselmek ve yüce
olmak. Allahü Teâlâ (cc)’nın: “(Ey Nuh), sen beraberindekilerle geminin üzerine
çıktığın zaman de ki…”[26]
ayetinde olduğu gibi.
Üçüncüsü: Tamam olmak. Nitekim
Allahü Teâlâ (cc); “Musa istiva çağına erip de dengesini bulunca, biz O’na
peygamberlik ve ilim verdik”[27]
buyurmuştur. İstiva’nın kastetme manasına geldiği de rivayet edilmektedir. Bazı
ehl-i edep: “Sonra (Allah), buhar hâlinde olan göğü yaratmağı istiva etti de
ona ve Arz'a : “ikiniz de isteyerek veya istemeyerek gelin meydana çıkın” dedi.
Onlar da: “Biz isteyerek geldik” dediler”[28]
ayetindeki istiva kelimesine “kastetmek” manasını vermişlerdir.
Arş, mülk manasında istiva da
istila anlamında ele alınırsa “Arş’a istiva etti” ayetinden anlaşılan mana
Allah’ın bütün mahlûkatı istila ettiği olur. Bir başka ayette bu hususa işaret
vardır: … Ben, ancak O'na güvendim ve O, büyük Arş'ın sahibidir.”[29]
Ayetteki büyük Arş, büyük mülk manasındadır. Bu manada Allah’tan başka
kimselerin de arşlarının olduğuna ayette işaret edilmektedir. Evet, bu son ayette Arş hem istilanın hem de
yüceliğin Allah’a ait olduğu beyan edilmektedir. Ama “Rahman’ın Arş’a istiva
ettiği” ayetten bu mana tam olarak çıkarılamaz.
İstivanın tamam olma manasına
gelme meselesine gelince. Bu hususta Allahü Teala (cc) şöyle buyurmaktadır: “Arzı
iki günde yaratanı, siz mi inkâr edeceksiniz ve O'na eşler koşup duracaksınız?
O, bütün âlemlerin Rabb'idir. Allah, o arz üzerinde sabit dağlar ve bereketler
yarattı. Arzda bulunanların rızkını da takdir etti; (arzın, içindekilerle
beraber, kaç günde yaratıldığını) soranlar için tam dört günde... Sonra
(Allah), buhar halinde olan göğü yaratmayı kastetti de ona ve arza : “İkiniz de
isteyerek veya istemeyerek gelin meydana çıkın” dedi. Onlar da : “Biz isteyerek
geldik” dediler. Böylece gökleri, yedi kat gök olarak iki günde yarattı : (Arzın yaratılışı iki gün; içindekilerin
yaratılışı iki gün, göklerin ki de iki gün. Böylece altı gün eder)”[30]
Ayette gökler ve yerin yaratılışının toplamda altı günde yaratıldığı beyan
ediliyor. Aynı hususu toplu bir şekilde şöyle beyan edilir: “Muhakkak ki Rabbiniz O Allah’tır ki,
gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş’ı istiva etti.”[31] İki ayeti beraber
değerlendirdiğimiz zaman mana şu şekilde ortaya çıkar: Allah, yeryüzünde ve
göklerde mahlûkları yarattı, mükellef tutulanları da var etti ve böylece
onlarla mülkü tamam oldu da kendisi yüceldi ve yükseldi. Özellikle burada
mükellef tutulan insan söz konusu edilmiştir. Çünkü başka bir ayette şöyle
buyrulur: “O, yaratıcıdır ki, yerde ne varsa (faydalanıp ibret
alasınız diye) hepsini sizin için yarattı. Sonra semayı (yaratmayı) kastetti de
onları (semaları), yedi gök halinde nizama koydu. O, her şeyi hakkı ile
bilendir.”[32] “Güneşi
ve Ay'ı âdet ve görevlerinde devamlı olarak size o müsahhar kıldı; yine gece ve
gündüzü sizin faydanıza bağladı.”[33]
“Bir de göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini (Allah) kendi katında sizin
hizmetinize bağladı. Şüphesiz ki bunda, düşünecek bir kavim için ibretler var.”[34]
İbn-i Abbas Hazretleri: “Beşer yedinci günde yaratıldı ve bununla tamam olma ve
yücelme hâsıl oldu” demiştir. Çünkü her şey insan için yaratılmıştır. İnsanlar
ise Allah’a ibadet etmek için yaratılmıştır. Allahü Teâlâ (cc); “Ben insanları
ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım”[35]
buyurmuştur. Ayette cinler bile insanlara ilhak edilmiştir ki bu durumda ayetin
beyan ettiği asıl maksat insanlardır. Bununla beraber Arş’a istiva meselesini
tamam olma, kast etme ve yücelik şeklinde tevil etmek de tam olarak doğru
değildir.
Bu konuda bizim esasımıza gelince…
Allahü Teâlâ (cc); “O’nun (benzeri olmak şöyle dursun) benzeri gibisi (dahi)
yoktur”[36]
buyurarak zatından mahlûkatına benzemeyi nefyetmiştir. Allahü Teâlâ (cc)
fiilinde ve sıfatında da mahlûka benzemekten beri ve münezzehtir. Öyle ise
Allahü Teâlâ (cc)’nın Arş’ı istiva etti ifadesinin Kur’an-ı Kerim’de beyan
edilen “benzemezlik” ayetine uygun olması gerekir. Bu husus aklen sabittir.
Dolaysıyla istiva ayetini mutlak bir şekilde tevil etmek kesinlikle mümkün
değildir. Bununla beraber istiva ayetinde Allah tarafından bilinen ama bizce bilinmemesi
mümkün olan hususlar olabilir. Öyleyse biz, Allahü Teâlâ (cc) istiva ile neyi
murad etti ise biz ona inanırız. Allah’ı görmek ve bundan başka hususlar gibi
hakkında ayet-i celile varid olan her husus hakkında böyle dememiz gerekir.
Yani bir şeyi terk ederek veya başka bir şeyi tahkir etmeksizin Allahü Teâlâ
(cc)’nın murat ettiği şeye inanmak suretiyle Allah’a bir şeyin benzemesini nefy
etmek gerekir.
Allah’ın zatının, sıfatlarının ve
fiillerinin mahlûka benzemelerden uzak, arınmış olmasını söylemek gerekir.
Kaldı ki “Arş’a istiva etti” ayetinde kelimelerden önce olan bir durum haber
verilmiştir. Çünkü mahlûkat yaratıldıktan sonra istiva ayeti beyan edilmiş daha
sonra insana geçilmiştir. Yaratılmış olan kelimelerle Allah’ın fiilini anlamak
mümkün değildir. Dolaysıyla istiva
ayetini mahlûkatın anladığı herhangi bir şeye mutlak bir şekilde tevil etmek
mümkün değildir. Kelimelerden önce ilim vardır. İstiva kelimesini görünen âlemdeki
“yüce, üstünlük” gibi manalara yorumlamak “Arş” ve “İstiva” kelimelerinin başka
bir manaya delalet ettiği ihtimalini görmezden gelmeye sebep olacağı açıktır.
Meselenin bir yönü de imtihan
meselesidir. Allahü Teâlâ (cc) kullarını vaat, vaid, müteşabihler, huruf-i
mukatta ve gibi şeylerle imtihan eder. Arş’a istiva ayetinin de bu imtihanın
kapsamı içerisinde olması muhtemeldir.
Mutezile’den Ka’bi: “Allahü Teâlâ
(cc)’ya mekânın ihata etmesi caiz değildir. Çünkü Allah vardı, O varken mekân
yoktu. Allah’ın mekâna muhtaç olmasının sonradan belirmesi caiz değildir. Çünkü
mekânı yaratan Allah’tır ve Allah’ın değişmesi de caiz değildir. Allah, her
yerdedir. Allah her yerdedir sözünün manası, Allah her mekânı biliyor ve her
yeri koruyor manasındadır. Tıpkı falan şu yapının binasındadır sözü gibi Yani o
yapıyı yapan odur denildiği gibi.”
Ka’bi’nin: “Allahü Teâlâ (cc) mekân
ihata etmez. Çünkü mekân yok iken O vardı” demesi gerçektende hakkın ta
kendisidir. Allah’a mekân izafe etmek değişmekten ibaret olur ki Allah, bu
sözlerden beri ve münezzehtir. Mekânda değişim değişikliğe uğramaksızın hâsıl
olamaz. Görünen âlemde failin zatında değişiklik bulunmadan bir değişikliğin
bulunması mümkün değildir. Fakat “Allah’ın mekâna muhtaç olması caiz değildir”
demesi yerinde kullanılmış bir söz değildir. Çünkü Ka’bi’nin hasmı da (Allah’a mekân
olarak Arş’ta diyenler de) böyle bir şey iddia etmemektedir. Hasmının sözünü
reddetmek için sözü buraya getirmek hatadır. Sonra Ka’bi şu iddiada bulunuyor: “Allah
yaratıcı ve Rahman ve Mütekellim değildi. Sonra yok iken sonradan var olmak suretiyle
Yaratıcı, Rahman ve Mütekellim oldu” diyerek Allah’ta değişimi sabit gördü. Hâşâ
Allah’ta bir değişim mümkün ise mekânda değişim de mümkündür. Böylece Ka’bi
muarızlarının düştüğü durumdan daha fena bir yere düşmüştür.
Ka’bi’nin şaşılacak bir sözü de
şudur: “Allah her mekândadır, bu sözümüz O’nun her yeri bilici manasındadır.” Âlim
ismi Allah’ın zati isimlerindendir. Allah’ın zatı ise kendi nezdindedir, bir mekânda
değildir. Allahü Teâlâ (cc) için yeni bir ilmin tahakkuku imkânsızdır. Ka’bi’nin
sözleri çelişkilerle doludur.
Sonra Ka’bi şöyle der: “Allah mekânı
muhafaza ediyor, Allah mekânı yaratıyor.” Bu sözlerden sonra Allah her yerdedir
demek nasıl mümkün olur. Allah’ın mekânlar hakkındaki yaratması ve koruması mekânların
gayrinde vuku bulmuyor. Ka’bi’nin sözünün hulasası şudur: “Allah mekânlardan
her mekânlardadır.” Hayır, Allahü Teâlâ (cc) mekânların hepsini mekânların var
olmasından önce ve var olduktan sonra da bilir.
Allah’ın gökte, Arş’ta mekân
tuttuğunu iddia edip de duada ellerin göğe doğru kaldırılmasını (güya) delil
diye önümüze sürenlere gelince. Dua bir ibadettir ve Allah kullarını istediği
şeyle ibadet ettirir ve istediği yere de onları yöneltir. “Allah, gökyüzünde
bulunduğu için ellerin kaldırılması ve ellerin o cihete kaldırılması vuku
buluyor” diye zanneden kimse namazda ve namaza benzeyen hususlarda secde
ederken yere kapandığını görmüyor mu? Secde ederken Allah’ı yerin altında mı
zannediyor? Ve namazda iken ister Doğu’da olsun isterse Batı da veya Hacc’a
gittiğinde Mekke’ye yöneldiğinde Allah’a doğru mu yüzünü çevirmektedir?
Allahü Teâlâ (cc)’ya şu yön veya
bu yön yakın değildir. Allah’ın bir yönden bilmesi diye bir şeyden bahsetmek de
anlamsızdır. Kaldı ki mahlûkat bir yönü terk ederek başka bir yönden Allah’a
ulaşmaya gücü yetmez. Allahü Teâlâ (cc)’nın zatını, yine Allah’ın mahlûkattan
herhangi birinin ibadetine ihtiyacı olmadığını insan aklı idrak edemez. İnsan,
elini kaldırarak Allah’ım elimi tut demiş olmuyorlar sadece Allah’ın emretmiş
olduklarını yerine getiriyorlar.
Mahlûkattan mükellef olanlar;
Allah’a, O’nun nimetlerine şükrünü yerine getirmek için ibadet ederler. Mihnet
ve meşakkat Allah’ın kudretindedir, dilediği gibi tasarruf eder. Hiç kimsenin
bu hususta Allah ile yarışması, Allah’ın emirlerini sorgulaması hatta Allah’ın
emirlerini hakkıyla anlaması mümkün değildir. Allah’a bütün yönler müsavidir.
Allah’a yakın olanlar Allah’ı
bilen takva sahipleridir. Yakınlığı birkaç yönden açıklamak mümkündür.
Duaları Kabul Etmekle: “Kullarım
sana benden sordularsa, muhakkak ki ben çok yakınımdır; bana dua edince, dua
edenin duasını kabul ederim...”[37]
Yardım Etmekle: “Gerçekten Allah,
takva sahipleriyle ve ihsanda bulunan kimselerle beraberdir”[38]
Bir Yere Yaklaşmakla: “Secdene
(namazına) devam et de (Rabb'inin rahmetine) yaklaş.”[39]
“Ey iman edenler!.. Allah'tan korkun ve onun rahmetine yaklaşmaya yol arayın”[40]
Kudsi hadiste de şöyle buyrulur: “Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir
arşın yaklaşırım...”[41]
Korumakla: “Senin Rabbin her şeyi
gözetleyendir.”[42]
İlimle: “Göklerde ve yerde
ibadete layık O, Allah’tır. Sizin içinizi de bilir dışınızı da. O, yapacağınız
şeyleri de bilir.”[43]
İstivayı cisimlerin vasıfları
arasında yer alan gelmek, intikal etmek, oturmak, gitmek gibi sözlerle
yorumlamak doğru değildir. (Allah Arş’a oturdu demek gibi). Allah cisimlere
benzemekten münezzehtir. Mesela “gelme” manası ayette zahir manasında
kullanılmıştır. Nitekim Allahü Teâlâ (cc): “De ki: Hak geldi ve batıl yok oldu”[44]
buyurmuştur. Batılın gitmesi yok olması, cismin gitmesi de intikal etmesi
demektir. Bu araz ve cisimlerden bilinenlerden gitme ve gelme yeridir. Allahü Teâlâ
(cc) her iki anlamdan beri ve münezzehtir. Allah’a cisimlerin vasıfları ve
fiilleri isnat edilemez.
[1] Taha Suresi: 5
[2] Hakka Suresi: 17
[3] Zümer Suresi: 75
[4] Mü’min Suresi: 7
[5] Taha Suresi: 5
[6] Mücadele Suresi: 7
[7] Kaf Suresi: 16
[8] Zuhruf Suresi: 84
[9] Furkan Suresi: 2
[10] Saffat Suresi: 5
[11] Fatiha Suresi: 2
[12] Enam Suresi: 16
[13] Nahl Suresi: 128
[14] Cin Suresi: 18
[15] Şems Suresi: 13
[16] Kureyş Suresi: 3
[17] Araf Suresi: 54
[18] Maide Suresi: 3
[19] Mücadele Suresi: 7
[20] Kaf Suresi: 16
[21] Zuhruf Suresi: 84
[22] Furkan Suresi: 2
[23] Enam Suresi:18
[24] Enam Suresi: 101
[25] Hud Suresi: 4
[26] Mü’minun Suresi: 28
[27] Kasas Suresi: 14
[28] Fussilet Suresi: 11
[29] Tevbe Suresi: 120
[30] Fussilet Suresi: 9-12
[31] Araf Suresi: 54
[32] Bakara Suresi: 29
[33] İbrahim Suresi: 33
[34] Casiye Suresi: 13
[35] Zariyat Suresi: 56
[36] İhlas Suresi: 4
[37] Bakara Suresi: 186
[38] Nahl Suresi: 128
[39] Alak Suresi: 19
[40] Maide Suresi: 35
[41] Buhari, Müslim
[42] Sebe Suresi: 21
[43] Enam Suresi: 3
[44] İsra Suresi: 81
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder