26 Kasım 2015 Perşembe

Arş'a İstiva ve Allah'a Mekan İzafe Etmek (Selefi Sapıklara Cevap)

Allahü Teâlâ (cc)’ya mekân izafe etme meselesinde bazıları; “Allah, Arş’a kuruldu, dolaysıyla Allah göktedir” iddiasında bulundular. İddialarının delili ise “O, Rahman, Arş’ı istiva etti”[1] ayetidir.  

Birçok kimseye göre Arş, meleklerin kendisini taşıdığı ve birçok meleğin kendisini tavaf ettiği bir tahttır. Kur’an-ı Kerim’de de Arş hususunda şöyle buyrulur: “Melekler de semanın etrafındadırlar. O gün, Rabbi’nin Arş’ını üstlerinde sekiz melek taşır.”[2]  “Bir de melekleri görürsün ki, Rablerine hamdla tesbih ederek Arş’ın etrafını kuşatmışlardır.”[3] “Arş’ı yüklenen melekler ve onun etrafındakiler, Rablerini hamd ile tesbih ederler.”[4]

Allah’ın gökte olduğunu söyleyenler, “insanların dua ederken ellerini göğe doğru kaldırmalarını da” iddialarında delil olarak kullanarak şöyle derler: “Arş, yoktan var olduktan sonra Allah oraya vardı ve Arş’ı kendine mekân olarak seçti. Çünkü Allah “O, Rahman, Arş’ı istila etti”[5] buyurmuştur.

Allah’a mekân izafe edenlerin bir kısmı da “Allah, her yerdedir çünkü Allah; “Görmez misin Allah hem göklerdeki, hem yerdekini bilir. Herhangi bir üç sırdaşın bir fısıltısı olmuyor mu, mutlaka O, dördüncüleridir”[6], “Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız”[7] “Gökte de ilah olan O’dur, yerde de İlah olan O’dur”[8] buyurmuştur” derler. Bu kimseler Allah’ın mekândan münezzeh oluşunu anlamadılar ve Allah’a belli bir yer isnat etmenin (Arş gibi) O’na bir had ve hudud icap ettirdiği gerçeğinden hareketle Allah’ın her yerde olduğunu söylemek gerektiğine inandılar. Ayrıca onlar; “eğer Allah arşta ise Allah arştan  (hâşâ) küçüktür. Çünkü bir şeyin bulunduğu mekândan daha büyük olması imkân dâhilinde değildir. Bir kimsenin kendisini kapsayamayacak bir mekânı seçmesi akılsızlık olduğu insanlar arasında bilinen bir gerçektir.  Kaldı ki bir mekânda yer tutan kimse hem makama muhtaçtır hem de bir hududu vardır” demektedirler.

Hiç şüphesiz Allahü Teâlâ (cc) mekândan münezzehtir. Allah’a her yerde demek ve Allah’ın arşta olduğunu söylemek mümkün değildir. Allah’a mekân isnadı ancak tüm mekânların koruyucusu, idarecisi anlamını murat ederek mecaz olarak vasıf ederek mümkündür. Allahü Teâlâ (cc)’ya eşyanın izafe edilmesi ve Allahü Teâlâ (cc)’nın eşyaya nispet edilmesi ancak Allah’ın yücelikle vasıf edilmesi veya nispet edilen eşyanın büyüklüğü makamında mütalaa edilebilir. Tıpkı şu ayetlerde beyan edildiği gibi:

“O Allah ki göklerin ve yerin tasarrufu hep O’nundur.”[9]

“O, göklerle yerin ve aralarındakilerin Rabbi’dir. Güneş’in doğduğu yerlerin de Rabbi’dir.”[10]

“Hamd olsun âlemlerin Rabbi”[11]

“O, kullarının üstünde kahr sahibidir O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.”[12]

Herhangi bir şeyi Allah’a izafe etmek, Allah’ın o şeyin üstünde olduğunu ve de o şeyin makamının yüceliğini beyan eder. Aşağıdaki ayetlerde de bu durum söz konusudur:

“Gerçekten Allah, takva sahipleriyle ve muhsinlerle beraberdir.”[13]

“Muhakkak ki bütün mescidler, Allah’a ibadet için kurulmuşlardır. O halde Allah ile beraber başka birine ibadet etmeyin.”[14]

“Allah’ın peygamberi onlara şöyle demişti: “Allah’ın devesini kendi haline bırakın, su içmesine engel olmayın.”[15]

“Bu beytin (Kâbe’nin) Rabbine ibadet etsinler.”[16]

Meselenin özü şudur: Allahü Teâlâ (cc) hiçbir mekân yaratılmadan da vardı. Bütün mekânların yok edilip kaldırılması ve Allah’ın olduğu gibi kalması mümkünler içerisindedir. O, ezelde olduğu gibi şimdi de aynı varlığıyla vardır. Allahü Teâlâ (cc), fesada uğramak, istihale ve zeval bulmak ve değişikliğe uğramaktan beri ve münezzehtir. Fesada uğramak, yok olmak, değişikliğe maruz kalmak sonradan olmanın alametidirler. Sonradan var olanların fani olma ihtimali her zaman vardır. Çünkü başlangıcı yokluk olan bir varlığın sonunun da fani olma ihtimali mevcuttur.

Allah’a bir mekân tayin etmek veya Allah’ın zatı ile her mekânda bulunduğunu söylemek Allah’ın bir yere yerleşip orada karar kılmaya muhtaç olduğunu Allah’a isnat etmekten hiçbir farkı yoktur. Bir mekâna yerleşen ise bulunduğu mekânda değişik hallere uğrayan arazlar ve cisimler gibidir. Kim ki araz ve cisimleri yaratmış ve onların hepsini kendi kudreti altında bulundurmuş ise o, mekândan münezzehtir. Yüce olan Allah, mekâna muhtaç olmaktan veya âlemin bulunduğu hal ile vasıf olunmaktan beri ve münezzehtir. Hiç şüphesiz Allah’ın zatı, hiçbir mekânda değildir, O sıfatlarıyla her yerdedir.

Allah’a mekân etmek ihtimali olsaydı Allah’ın âlemden bir cüz olduğunu da söyleyebilirdik. Bu ise apaçık noksanlıktır. Kaldı ki bütün bir âleme bir mekân isnat etmek bile problemlidir. (Bütün bir âlemi bir mekân olarak kabul ettiğimizde bu mekânı kuşatan mekân nerededir? Sonra bu kuşatan mekânın mekânı… Sonsuza kadar böyle devam edebiliriz) Böyleyken zatı ile kaim olan Allah’ın mekândan münezzeh olması evvelce doğrudur.

Allah’ın arşı mekân tuttuğunu söylemek (ki Arş bir yerdir) Allah’a mekân izafe etmektir. Ve bunun (batıl olan) üç anlamı vardır:

Birincisi: Allah Arş’ı olduğu gibi ihata etmiştir.

İkincisi: Arş’ı kurulmuştur

Üçüncüsü: Arş’ın dışına çıkmıştır ve Arş Allah’ı çerçevelemiştir.

Birinci manada yani Allah Arş’ı ihata etmiş ise Allah, Arş ile hudutlanıp çevrilmiş olur ki bu da yaratmaktan aciz olduğunu gösterir. Çünkü Arş, O’nun kuşatıcısıdır. Eğer Allah’ın zatını mekânlardan kendisini kuşatan bir mekânda vasıf etmek caiz olsaydı, zamanlardan kendisini kuşatan bir zamanla da vasıf etmek caiz olurdu ki bizatihi kendisi de sonlu varlıklar arasına girer ve yaratmasında kusurlu olurdu. İkinci manada bunun gibidir.

Üçüncü manada hâşâ Allah’ın Arş’tan daha büyük ve yüce bir varlığı yaratamayacağı izlenimini oluştururdu. Bu ise son derece çirkin bir anlayıştır. Bir padişahın kendisi yanındaki birisinden kendisini küçük görmesi herkes tarafından yerilir. Bütün bir âlem Allah’ın mahlûkudur, birini diğerinden üstün tutan sadece Allah’ın takdiridir. Allah ile hiçbir varlığı (bu Arş bile olsa) kıyaslanamaz bile. Hiçbir mahlûk Allah’a çerçeve çizemez. 

Arş’a kurulmak, oturmak, Arş’ta durmak veya yüksek olan bir yere çıkmakta ne bir şeref ne de bir yücelik anlamı vardır. Bunların hiçbiri azamet ve büyüklük sıfatı değildir. Bu tıpkı bir binanın damına veya dağın tepesine çıkan kimsenin bulunduğu yerdeki yüksekliği ve istilası anında kendisinden aşağıda bulunan kimseye nispetle bir büyüklük ve yüceliğe müstahak olmadığı gerçeği gibidir. Bununla birlikte ayetlerde azamet ve celal için zikredilen şeyin aksi bir şekilde tevili de doğru değildir. Çünkü Allahü Teâlâ (cc) şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki Rabbiniz O Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş’ı istiva etti.”[17] İstiva’nın Arş’a izafe edilmesi iki yönden değerlendirilebilir. Birincisi: Allahü Teâlâ (cc) gökleri, yerleri ve Arş’ı yarattığını beyan ettikten sonra Arş üzerinden hem kendi hükümdarlığını anmış hem de Arş’ı büyüklemiştir. Ayet açık bir şekilde Arş’ın tazim edilmesi gerektiğini beyan ediyor. Arş; nurdan veya cevherden yaratılmış muazzam bir şeydir ki diğer mahlûkatın ilmi ve idraki Arş’a yetişemez. Peygamberimiz (sav) Efendimiz, Hz. Cebrail (as)’ın her gün Arş’tan bir avuç ziya nur alıp Güneş’e geldiğini bizim elbise alıp giymemiz gibi Güneş’i de bu nur elbisesini giydirdiğini beyan etmiştir. İkincisi: Allahü Teâlâ (cc) mahlûkatın en büyüğü ve yücesi olan Arş ile kendisini yâd ederek büyüklüğün sadece kendisine mahsus olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir. Büyük işleri eşyanın en büyüğüne izafe ve isnad edildiği bilinen bir şeydir. Tıpkı filan için şu ülkenin hükümranlığı tamamlanmıştır ve falan için şu yeri istila etmiştir denildiği gibi. Rabbimiz Arş’ı zikir ederek hükümdarlığının tartışılmaz olduğunu ilan etmiştir.

Rabbimizin Arş’a istivadan bahsetmesinin şanının yüceliğini beyan için olduğunu söylemiştik. Şanının yüceliğini değişik ayetlerde ve değişik izafetlerle de beyan etmiştir, Allahü Teâlâ (cc): “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.”[18] Dinin kemal bulması; Allah’ın nimetinin tamamlanması, Mekke ahalisinin Allah’a ortaksız iman etmeleri ve kâfirlerin dinlerinden ümitsizliğe düşmeleri sebebiyle meydana gelmiştir. Peygamberlerin, Firavunlara ve Mekkelilere gönderilmesi hususunda zikredilen şeylerde bu kapsamda değerlendirilir.

Allahü Teâlâ (cc)’nın “Arş’a istiva”dan söz etmesi kendisinin mekândan münezzeh oluşunu tekit anlamındadır. Çünkü Arş, mahlûkat katında mekânların en yücesidir. Arş’ın üstünde akıllar hiçbir şey takdir edemezler. Allah’ın Arş’a istivada söz etmesi Allah’ın bütün mekânlardan yüce olduğunu ve ihtiyaçtan beri olduğunu beyan etmek içindir. Rabbimizin; Görmez misin? Allah hem göklerdekini, hem yerdekini hep bilir. Herhangi bir üç sırdaşın, bir fı­sıltısı oluyor mu, mutlak o, (Allah) dördüncüsüdür...”[19] ayetinde de aynı hususa işaret vardır. Zira açıktır ki fısıltı, mekâna izafe edilen bir şey değildir. Fısıltı, fertlere izafe edilir. Ayette mekânlardan yüce olan Allah’ın kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmasının mümkün olmadığı haber verilmiştir. Bir başka ayette de şöyle buyrulur:  “Andol­sun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini de biliriz; biz ona şah damarından daha yakınız.”[20] Ayet, Allah’ın kudretini, hükümranlığını ve bütün mekânların ilahı olduğunu haber veriyor. Çünkü o yerler kulların mekânıdır. Bir başka ayetlerde de şöyle buyrulur: “Gökte ilah olan O’dur, yerde de ilah olan O’dur. O, Hâkim’dir, Âlim’dir.”[21] “O Allah ki, göklerin ve yerin tasarrufu hep onun...”[22] “O, kulla­rının üstünde galiptir, O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Her şey­den haberdardır.”[23] “... ve O, her şeyi hakkı ile bilendir.”[24] “Dönüşünüz ancak Allah'adır. O, her şeye kadirdir.”[25] Bütün bu ayetler Allah’ın her şeyin maliki ve hâkimi olduğunu haber veriyor. Allahü Teâlâ (cc), bütün benzeyenlerden yücedir, beridir, kendisinden başka ilah yoktur.

Bazı kimseler Arş’a istiva meselesini Allah’ın mülkü manasında kinaye olduğunu söylemektedirler. Onlara göre Arş, eşyadan yükselen ve yüce olanın ismidir. Bu yüzden ağaçların zirvesine, evlerin damına dahi arş ismi verilir. Bu kimseler istivaya üç vecihten mana vermekteler.

Birincisi: İstila. Tıpkı; “falan kimse şu şehri istila etti” denildiği gibi. Buradaki istila galip geldi anlamındadır. Arş kelimesi şairlerin dilinde taht manasında kullanılmıştır. “Arş’ının devamlı kalıp değişikliğe uğramayacağını mı sandın.” Bir başka şiirde de şöyle denir: “Mervanoğullarının tahtları yıkılıp yerle bir oldu.”

İkincisi: Yükselmek ve yüce olmak. Allahü Teâlâ (cc)’nın: “(Ey Nuh), sen beraberindekilerle geminin üzerine çıktığın zaman de ki…”[26] ayetinde olduğu gibi.

Üçüncüsü: Tamam olmak. Nitekim Allahü Teâlâ (cc); “Musa istiva çağına erip de dengesini bulunca, biz O’na peygamberlik ve ilim verdik”[27] buyurmuştur. İstiva’nın kastetme manasına geldiği de rivayet edilmektedir. Bazı ehl-i edep: “Sonra (Allah), buhar hâlinde olan göğü yaratmağı istiva etti de ona ve Arz'a : “ikiniz de isteyerek veya istemeyerek gelin meydana çıkın” dedi. Onlar da: “Biz isteyerek geldik” dediler”[28] ayetindeki istiva kelimesine “kastetmek” manasını vermişlerdir.

Arş, mülk manasında istiva da istila anlamında ele alınırsa “Arş’a istiva etti” ayetinden anlaşılan mana Allah’ın bütün mahlûkatı istila ettiği olur. Bir başka ayette bu hususa işaret vardır: … Ben, ancak O'na güvendim ve O, büyük Arş'ın sahibidir.”[29] Ayetteki büyük Arş, büyük mülk manasındadır. Bu manada Allah’tan başka kimselerin de arşlarının olduğuna ayette işaret edilmektedir.  Evet, bu son ayette Arş hem istilanın hem de yüceliğin Allah’a ait olduğu beyan edilmektedir. Ama “Rahman’ın Arş’a istiva ettiği” ayetten bu mana tam olarak çıkarılamaz.

İstivanın tamam olma manasına gelme meselesine gelince. Bu hususta Allahü Teala (cc) şöyle buyurmaktadır: “Arzı iki günde yaratanı, siz mi inkâr edeceksiniz ve O'na eşler koşup duracak­sınız? O, bütün âlemlerin Rabb'idir. Allah, o arz üzerinde sabit dağlar ve bereketler yarattı. Arzda bulunanların rızkını da takdir etti; (arzın, içindekilerle beraber, kaç günde yaratıldığını) soranlar için tam dört günde... Sonra (Allah), buhar halinde olan göğü yaratmayı kastetti de ona ve arza : “İkiniz de isteyerek veya istemeyerek gelin meydana çıkın” dedi. Onlar da : “Biz isteyerek geldik” dediler. Böylece gökleri, yedi kat gök olarak iki günde yarattı :  (Arzın yaratılışı iki gün; içindekilerin yaratılışı iki gün, göklerin ki de iki gün. Böylece altı gün eder)”[30] Ayette gökler ve yerin yaratılışının toplamda altı günde yaratıldığı beyan ediliyor. Aynı hususu toplu bir şekilde şöyle beyan edilir: “Muhakkak ki Rabbiniz O Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş’ı istiva etti.”[31]  İki ayeti beraber değerlendirdiğimiz zaman mana şu şekilde ortaya çıkar: Allah, yeryüzünde ve göklerde mahlûkları yarattı, mükellef tutulanları da var etti ve böylece onlarla mülkü tamam oldu da kendisi yüceldi ve yükseldi. Özellikle burada mükellef tutulan insan söz konusu edilmiştir. Çünkü başka bir ayette şöyle buyrulur: “O, yaratıcıdır ki, yerde ne varsa (faydalanıp ibret alasınız diye) hepsini sizin için yarattı. Sonra semayı (yaratmayı) kastetti de onları (semaları), yedi gök halinde nizama koydu. O, her şeyi hakkı ile bilendir.”[32] “Güneşi ve Ay'ı âdet ve görevlerinde devamlı olarak size o müsahhar kıldı; yine gece ve gündüzü sizin faydanıza bağladı.”[33] “Bir de göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini (Allah) kendi katında sizin hizmetinize bağladı. Şüphesiz ki bunda, düşünecek bir kavim için ibret­ler var.”[34] İbn-i Abbas Hazretleri: “Beşer yedinci günde yaratıldı ve bununla tamam olma ve yücelme hâsıl oldu” demiştir. Çünkü her şey insan için yaratılmıştır. İnsanlar ise Allah’a ibadet etmek için yaratılmıştır. Allahü Teâlâ (cc); “Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım”[35] buyurmuştur. Ayette cinler bile insanlara ilhak edilmiştir ki bu durumda ayetin beyan ettiği asıl maksat insanlardır. Bununla beraber Arş’a istiva meselesini tamam olma, kast etme ve yücelik şeklinde tevil etmek de tam olarak doğru değildir.

Bu konuda bizim esasımıza gelince… Allahü Teâlâ (cc); “O’nun (benzeri olmak şöyle dursun) benzeri gibisi (dahi) yoktur”[36] buyurarak zatından mahlûkatına benzemeyi nefyetmiştir. Allahü Teâlâ (cc) fiilinde ve sıfatında da mahlûka benzemekten beri ve münezzehtir. Öyle ise Allahü Teâlâ (cc)’nın Arş’ı istiva etti ifadesinin Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen “benzemezlik” ayetine uygun olması gerekir. Bu husus aklen sabittir. Dolaysıyla istiva ayetini mutlak bir şekilde tevil etmek kesinlikle mümkün değildir. Bununla beraber istiva ayetinde Allah tarafından bilinen ama bizce bilinmemesi mümkün olan hususlar olabilir. Öyleyse biz, Allahü Teâlâ (cc) istiva ile neyi murad etti ise biz ona inanırız. Allah’ı görmek ve bundan başka hususlar gibi hakkında ayet-i celile varid olan her husus hakkında böyle dememiz gerekir. Yani bir şeyi terk ederek veya başka bir şeyi tahkir etmeksizin Allahü Teâlâ (cc)’nın murat ettiği şeye inanmak suretiyle Allah’a bir şeyin benzemesini nefy etmek gerekir.

Allah’ın zatının, sıfatlarının ve fiillerinin mahlûka benzemelerden uzak, arınmış olmasını söylemek gerekir. Kaldı ki “Arş’a istiva etti” ayetinde kelimelerden önce olan bir durum haber verilmiştir. Çünkü mahlûkat yaratıldıktan sonra istiva ayeti beyan edilmiş daha sonra insana geçilmiştir. Yaratılmış olan kelimelerle Allah’ın fiilini anlamak mümkün değildir.  Dolaysıyla istiva ayetini mahlûkatın anladığı herhangi bir şeye mutlak bir şekilde tevil etmek mümkün değildir. Kelimelerden önce ilim vardır. İstiva kelimesini görünen âlemdeki “yüce, üstünlük” gibi manalara yorumlamak “Arş” ve “İstiva” kelimelerinin başka bir manaya delalet ettiği ihtimalini görmezden gelmeye sebep olacağı açıktır.

Meselenin bir yönü de imtihan meselesidir. Allahü Teâlâ (cc) kullarını vaat, vaid, müteşabihler, huruf-i mukatta ve gibi şeylerle imtihan eder. Arş’a istiva ayetinin de bu imtihanın kapsamı içerisinde olması muhtemeldir.

Mutezile’den Ka’bi: “Allahü Teâlâ (cc)’ya mekânın ihata etmesi caiz değildir. Çünkü Allah vardı, O varken mekân yoktu. Allah’ın mekâna muhtaç olmasının sonradan belirmesi caiz değildir. Çünkü mekânı yaratan Allah’tır ve Allah’ın değişmesi de caiz değildir. Allah, her yerdedir. Allah her yerdedir sözünün manası, Allah her mekânı biliyor ve her yeri koruyor manasındadır. Tıpkı falan şu yapının binasındadır sözü gibi Yani o yapıyı yapan odur denildiği gibi.”

Ka’bi’nin: “Allahü Teâlâ (cc) mekân ihata etmez. Çünkü mekân yok iken O vardı” demesi gerçektende hakkın ta kendisidir. Allah’a mekân izafe etmek değişmekten ibaret olur ki Allah, bu sözlerden beri ve münezzehtir. Mekânda değişim değişikliğe uğramaksızın hâsıl olamaz. Görünen âlemde failin zatında değişiklik bulunmadan bir değişikliğin bulunması mümkün değildir. Fakat “Allah’ın mekâna muhtaç olması caiz değildir” demesi yerinde kullanılmış bir söz değildir. Çünkü Ka’bi’nin hasmı da (Allah’a mekân olarak Arş’ta diyenler de) böyle bir şey iddia etmemektedir. Hasmının sözünü reddetmek için sözü buraya getirmek hatadır. Sonra Ka’bi şu iddiada bulunuyor: “Allah yaratıcı ve Rahman ve Mütekellim değildi. Sonra yok iken sonradan var olmak suretiyle Yaratıcı, Rahman ve Mütekellim oldu” diyerek Allah’ta değişimi sabit gördü. Hâşâ Allah’ta bir değişim mümkün ise mekânda değişim de mümkündür. Böylece Ka’bi muarızlarının düştüğü durumdan daha fena bir yere düşmüştür.

Ka’bi’nin şaşılacak bir sözü de şudur: “Allah her mekândadır, bu sözümüz O’nun her yeri bilici manasındadır.” Âlim ismi Allah’ın zati isimlerindendir. Allah’ın zatı ise kendi nezdindedir, bir mekânda değildir. Allahü Teâlâ (cc) için yeni bir ilmin tahakkuku imkânsızdır. Ka’bi’nin sözleri çelişkilerle doludur.  

Sonra Ka’bi şöyle der: “Allah mekânı muhafaza ediyor, Allah mekânı yaratıyor.” Bu sözlerden sonra Allah her yerdedir demek nasıl mümkün olur. Allah’ın mekânlar hakkındaki yaratması ve koruması mekânların gayrinde vuku bulmuyor. Ka’bi’nin sözünün hulasası şudur: “Allah mekânlardan her mekânlardadır.” Hayır, Allahü Teâlâ (cc) mekânların hepsini mekânların var olmasından önce ve var olduktan sonra da bilir.

Allah’ın gökte, Arş’ta mekân tuttuğunu iddia edip de duada ellerin göğe doğru kaldırılmasını (güya) delil diye önümüze sürenlere gelince. Dua bir ibadettir ve Allah kullarını istediği şeyle ibadet ettirir ve istediği yere de onları yöneltir. “Allah, gökyüzünde bulunduğu için ellerin kaldırılması ve ellerin o cihete kaldırılması vuku buluyor” diye zanneden kimse namazda ve namaza benzeyen hususlarda secde ederken yere kapandığını görmüyor mu? Secde ederken Allah’ı yerin altında mı zannediyor? Ve namazda iken ister Doğu’da olsun isterse Batı da veya Hacc’a gittiğinde Mekke’ye yöneldiğinde Allah’a doğru mu yüzünü çevirmektedir?  

Allahü Teâlâ (cc)’ya şu yön veya bu yön yakın değildir. Allah’ın bir yönden bilmesi diye bir şeyden bahsetmek de anlamsızdır. Kaldı ki mahlûkat bir yönü terk ederek başka bir yönden Allah’a ulaşmaya gücü yetmez. Allahü Teâlâ (cc)’nın zatını, yine Allah’ın mahlûkattan herhangi birinin ibadetine ihtiyacı olmadığını insan aklı idrak edemez. İnsan, elini kaldırarak Allah’ım elimi tut demiş olmuyorlar sadece Allah’ın emretmiş olduklarını yerine getiriyorlar.

Mahlûkattan mükellef olanlar; Allah’a, O’nun nimetlerine şükrünü yerine getirmek için ibadet ederler. Mihnet ve meşakkat Allah’ın kudretindedir, dilediği gibi tasarruf eder. Hiç kimsenin bu hususta Allah ile yarışması, Allah’ın emirlerini sorgulaması hatta Allah’ın emirlerini hakkıyla anlaması mümkün değildir. Allah’a bütün yönler müsavidir.

Allah’a yakın olanlar Allah’ı bilen takva sahipleridir. Yakınlığı birkaç yönden açıklamak mümkündür.

Duaları Kabul Etmekle: “Kullarım sa­na benden sordularsa, muhakkak ki ben çok yakınımdır; bana dua edin­ce, dua edenin duasını kabul ederim...”[37]

Yardım Etmekle: “Gerçekten Allah, takva sahipleriyle ve ihsanda bulunan kimselerle beraberdir”[38]

Bir Yere Yaklaşmakla: “Secdene (namazına) devam et de (Rabb'inin rahmetine) yaklaş.”[39] “Ey iman edenler!.. Allah'tan kor­kun ve onun rahmetine yaklaşmaya yol arayın”[40] Kudsi hadiste de şöyle buyrulur: “Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yak­laşırım...”[41]

Korumakla: “Senin Rabbin her şeyi gözetleyendir.”[42]

İlimle: “Göklerde ve yerde ibadete layık O, Allah’tır. Sizin içinizi de bilir dışınızı da. O, yapacağınız şeyleri de bilir.”[43]

İstivayı cisimlerin vasıfları arasında yer alan gelmek, intikal etmek, oturmak, gitmek gibi sözlerle yorumlamak doğru değildir. (Allah Arş’a oturdu demek gibi). Allah cisimlere benzemekten münezzehtir. Mesela “gelme” manası ayette zahir manasında kullanılmıştır. Nitekim Allahü Teâlâ (cc): “De ki: Hak geldi ve batıl yok oldu”[44] buyurmuştur. Batılın gitmesi yok olması, cismin gitmesi de intikal etmesi demektir. Bu araz ve cisimlerden bilinenlerden gitme ve gelme yeridir. Allahü Teâlâ (cc) her iki anlamdan beri ve münezzehtir. Allah’a cisimlerin vasıfları ve fiilleri isnat edilemez.




[1] Taha Suresi: 5
[2] Hakka Suresi: 17
[3] Zümer Suresi: 75
[4] Mü’min Suresi: 7
[5] Taha Suresi: 5
[6] Mücadele Suresi: 7
[7] Kaf Suresi: 16
[8] Zuhruf Suresi: 84
[9] Furkan Suresi: 2
[10] Saffat Suresi: 5
[11] Fatiha Suresi: 2
[12] Enam Suresi: 16
[13] Nahl Suresi: 128
[14] Cin Suresi: 18
[15] Şems Suresi: 13
[16] Kureyş Suresi: 3
[17] Araf Suresi: 54
[18] Maide Suresi: 3
[19] Mücadele Suresi: 7
[20] Kaf Suresi: 16
[21] Zuhruf Suresi: 84
[22] Furkan Suresi: 2
[23] Enam Suresi:18
[24] Enam Suresi: 101
[25] Hud Suresi: 4
[26] Mü’minun Suresi: 28
[27] Kasas Suresi: 14
[28] Fussilet Suresi: 11
[29] Tevbe Suresi: 120
[30] Fussilet Suresi: 9-12
[31] Araf Suresi: 54
[32] Bakara Suresi: 29
[33] İbrahim Suresi: 33
[34] Casiye Suresi: 13
[35] Zariyat Suresi: 56
[36] İhlas Suresi: 4
[37] Bakara Suresi: 186
[38] Nahl Suresi: 128
[39] Alak Suresi: 19
[40] Maide Suresi: 35
[41] Buhari, Müslim
[42] Sebe Suresi: 21
[43] Enam Suresi: 3
[44] İsra Suresi: 81

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder