14 Haziran 2014 Cumartesi

Allah’ın İsimleri ve Yaratma Sıfatı Meselesi


Allahü Teâlâ (cc)’ya kadîmdir, âlimdir, hayydır, kerimdir gibi isimleri vermek caizdir. Bu husus akli ve nakli delillerle sabittir.
Allah’ın isimleri vardır. Gerek Kur’an’da gerekse de diğer mukaddes kitaplarda bu durum sabittir. Peygamberler, Allah’ın isimlerini insanlara beyan ettiler. Ne var ki insanlardan bir kısmı, bu isimleri Allah’tan başkalarına da verdiler. Zamanla bazıları da isimle müsemma (kendisine isim verilen) arasında bir benzerlik olduğunu zannetmeye başladılar Hâlbuki insanlardan birisine “yaratıcı” diye bir isim verseniz bu onun yaratıcı olduğu göstermez. Allah’ın isimleri Allah’ın kendi zatına verdiği isimlerdir. Akıl da bunu icap ettirir yani kullar Allah’a isim vermemişlerdir. Ayrıca insanlardan bazılarına Allah’ın isimleri verildiği zaman asla kullar ile Allah arasında bir benzerlik söz konusu olamaz. Bu meseleyi anladıktan sonra Allah’ın hiçbir fiilinin mecburi bir fiil olmadığı ihtiyari (kendi isteğiyle) fiiller olduğunu da anlamalısın. Burayı biraz açalım.
Âlemin işleyişinde hiçbir bozukluk olmaması ve âlemin hikmet dairesinin dışına çıkamadan ardı ardına devam etmesi yapılan işin failinin ihtiyar sahibi olduğunu ispat eder. Gerçekten Allahü Teâlâ (cc), herhangi bir şeyi yaratır, sonra dilerse onu öldürüp yok eder. Öyle ise Allah’ın fiillerinin ihtiyari olduğunu kabul etmeliyiz. Zira mecburi olarak bir şeyleri yapmak zorunda kalan bir kimsenin var ettiği şeyi yok etmesi, yok ettiğini de var etmesi mümkün değildir. (Zorlayıcı olsaydı var et dediğinin yok edilmesine tahammül edemezdi.)
Âlemin sonrada meydana geldiğini söylemiştik. Hiçbir şey olmadan yaratmak başlı başına Allah’ın fiillerinin ihtiyari olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü eşyayı bir şey olmaksızın yaratma kuvvetine sahip kimsenin, sonra bir şeyi yapmaya mecbur olması saçmadır.
Allah’ın bir şeyi mecbur olarak meydana getirmesi yarattığı şeylerin hükmü altına girmesi anlamına gelir. Rabbimiz Allah, bu durumdan beridir, yücedir. Evet, mahlûkat bile birbirinden miras alarak Allah’a duada bulunarak şartların değişmesini isterler. Ve şöyle derler: “Allah şunu kahretti, bunu kurtardı. Filana yardım etti, falanı ise rezil etti.” Kudret sahibi kuvveti ile fiilini icra eder. Bu hususlardan herhangi bir şeye mecbur olana ise kimse dua etmez ve ona rağbet etmez. Bütün bunlar delalet ediyor ki,; alem Allah’ın ihtiyarı ile meydana gelmiştir.
Allahü Teâlâ (cc)’nın fiillerinde ihtiyar sahibi olduğu sahip olunca bulunduğu hal üzere mahlûkatın üzerine hâkim olması bakımından kudret ve irade sahibi olduğu sabit olur. Kaldı ki kudret olmayan bir kimseden meydana şey, kararsız ve fasit olur.   
Görünen âlemdeki varlıkların ardı ardına vuku bulması ve bu durumun muhkem ve sabit olarak hâsıl olan şeylerden zikrettiklerimiz Allah’ın fiillerinin ilmiyle vuku bulduğuna delalet eder. Dünyada imtihana çekilen insanın ihtiyacı olan her şeyin yaratılması, insanların hayatını idame ettirecek olan hususların var edilmesi bilen tarafından yapılmıştır. Gerçekten de Allahü Teâlâ (cc), mahlûkatı öyle bir şekilde yaratmıştır ki, bu yaratılış şekli, mahlûkatın hadis olduğuna ve kendisini yaratan bir yaratıcının bulunduğuna ve nihayet bu yaratıcının birliğine işaret eder. Eğer Allah mahlûkatın yaratılmasını bilmemiş olsaydı, mahlûkatın bu hal üzere meydana gelmesinin imkân ve ihtimali düşünülemezdi. Allahü Teâlâ (cc)’nın mahlûkatı olduğu gibi yaratması, kendisinin yarattığını bildiğine delalet etmektedir.
Peygamberlerin şer’iat (hukuk sistemi) ile gelmesi de Allah’ın ilmi ve ihtiyari iledir. Hiç şüphesiz insanlar peygamberlere tabi olup onların getirdikleri prensiplerle amel etmiş olsalardı aralarındaki ihtilaflar sona erer ve fitne ve fesat son bulurdu.  
Allahü Teâlâ (cc) zatı ve fiilleriyle âlem arasında içkinlik yoktur. Biliyoruz ki; yaratılanda fesat, şer, çirkin ve kötü sıfatları ile anılabilir. Eğer yaratılmışın zatında Allah’ın fiili bulunmuş olsaydı Allahü Teâlâ (cc)’nın bu isimlerle anılması mümkün olurdu. Bu isimlerle Allah’ın isimlendirilmesi küfür olduğuna göre Allah’a verilen bu isim ve sıfatlar, bu isim ve sıfatlardan gayridir.
Yaratılmışlarda değmek, duyurmak, taat, masiyet ve kazanmak gibi özellikler vardır. Eğer Allah ile yaratılmışlar arasında bir iç içe geçme durumu olsaydı Allah’a bu isimleri vermek mümkün olurdu. Ama Allah ile yaratılmış arasında iç içe geçme durumu yoktur. Yaratılanla Allah arasında içkinlik var diyen kimse vehimlere teslim olmuştur. Yaratmak Allah’ın fiilinin ismidir. Ve Allah’a kendi yanımızdan bir isim veremeyiz.
Bu durumda birileri “madem Allah ezelde (Tekvin) yaratıcılık sıfatı ile isimlendiriliyorsa niçin ezelde Allah’tan başka varlık yoktur” gibi bir soru sorabilir. Allahü Teâlâ (cc) ezelde eşyanın bulunduğu hal üzere var olacağını biliyor ve murad ediyordu. Bu her şeyin vakti zamanında olması için Allahü Teâlâ (cc)’nın eşya üzerindeki kudret, iradesi ve eşya hakkındaki ilmi gibidir.
Allahü Teâlâ (cc)’ya bir sıfat isnad edildiği zaman bu sıfatın ezeli olduğuna inanmak icap etmektedir. Bu sıfatın altında bulunan varlıklar, Allah’ın sıfatları ile beraber anıldığı zaman eşyanın kadim olduğu anlaşılmaması için eşya varlık zamanı ile beraber anılır. Kaldı ki bir varlığın üstünden zaman geçmesi tek başına onun sonradan var olduğunun alametidir ve bu alamet onun Allah ile içkin olmadığının delilidir. Bütün varlıklar ve fiiller Allah’ın ezeldeki tekvin sıfatının tecellisidir.

Bununla birlikte tekvinin (yaratmanın) manası beşer anlayışının ulaşamadığı bir husustur. Bu hususu ancak “kün (ol)” sözünün imkân ve ihtimali dairesinde anlamamız mümkündür. Bu konuda şöyle deriz: Allahü Teâlâ (cc), var olmasını bildiği ve dilediği her şeye “ol” dediği vakitte o şey bu emirle var olur. O var olan her şey, bulunduğu hal üzere var olması gerektiği vakitte tekrarsız olarak var olur. Bizim diyebileceğimiz bu kadardır ve mahlukatın akli kapasitesi tekvin sıfatını anlamaya müsait değildir.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder