Allahü Teâlâ (cc)’ya kadîmdir, âlimdir,
hayydır, kerimdir gibi isimleri vermek caizdir. Bu husus akli ve nakli
delillerle sabittir.
Allah’ın isimleri vardır. Gerek Kur’an’da
gerekse de diğer mukaddes kitaplarda bu durum sabittir. Peygamberler, Allah’ın
isimlerini insanlara beyan ettiler. Ne var ki insanlardan bir kısmı, bu
isimleri Allah’tan başkalarına da verdiler. Zamanla bazıları da isimle müsemma
(kendisine isim verilen) arasında bir benzerlik olduğunu zannetmeye başladılar
Hâlbuki insanlardan birisine “yaratıcı” diye bir isim verseniz bu onun yaratıcı
olduğu göstermez. Allah’ın isimleri Allah’ın kendi zatına verdiği isimlerdir.
Akıl da bunu icap ettirir yani kullar Allah’a isim vermemişlerdir. Ayrıca
insanlardan bazılarına Allah’ın isimleri verildiği zaman asla kullar ile Allah
arasında bir benzerlik söz konusu olamaz. Bu meseleyi anladıktan sonra Allah’ın
hiçbir fiilinin mecburi bir fiil olmadığı ihtiyari (kendi isteğiyle) fiiller
olduğunu da anlamalısın. Burayı biraz açalım.
Âlemin işleyişinde hiçbir bozukluk olmaması ve
âlemin hikmet dairesinin dışına çıkamadan ardı ardına devam etmesi yapılan işin
failinin ihtiyar sahibi olduğunu ispat eder. Gerçekten Allahü Teâlâ (cc),
herhangi bir şeyi yaratır, sonra dilerse onu öldürüp yok eder. Öyle ise
Allah’ın fiillerinin ihtiyari olduğunu kabul etmeliyiz. Zira mecburi olarak bir
şeyleri yapmak zorunda kalan bir kimsenin var ettiği şeyi yok etmesi, yok
ettiğini de var etmesi mümkün değildir. (Zorlayıcı olsaydı var et dediğinin yok
edilmesine tahammül edemezdi.)
Âlemin sonrada meydana geldiğini söylemiştik.
Hiçbir şey olmadan yaratmak başlı başına Allah’ın fiillerinin ihtiyari olduğunu
ortaya koymaktadır. Çünkü eşyayı bir şey olmaksızın yaratma kuvvetine sahip
kimsenin, sonra bir şeyi yapmaya mecbur olması saçmadır.
Allah’ın bir şeyi mecbur olarak meydana
getirmesi yarattığı şeylerin hükmü altına girmesi anlamına gelir. Rabbimiz
Allah, bu durumdan beridir, yücedir. Evet, mahlûkat bile birbirinden miras
alarak Allah’a duada bulunarak şartların değişmesini isterler. Ve şöyle derler:
“Allah şunu kahretti, bunu kurtardı. Filana yardım etti, falanı ise rezil
etti.” Kudret sahibi kuvveti ile fiilini icra eder. Bu hususlardan herhangi bir
şeye mecbur olana ise kimse dua etmez ve ona rağbet etmez. Bütün bunlar delalet
ediyor ki,; alem Allah’ın ihtiyarı ile meydana gelmiştir.
Allahü Teâlâ (cc)’nın fiillerinde ihtiyar
sahibi olduğu sahip olunca bulunduğu hal üzere mahlûkatın üzerine hâkim olması
bakımından kudret ve irade sahibi olduğu sabit olur. Kaldı ki kudret olmayan
bir kimseden meydana şey, kararsız ve fasit olur.
Görünen âlemdeki varlıkların ardı ardına vuku
bulması ve bu durumun muhkem ve sabit olarak hâsıl olan şeylerden zikrettiklerimiz
Allah’ın fiillerinin ilmiyle vuku bulduğuna delalet eder. Dünyada imtihana
çekilen insanın ihtiyacı olan her şeyin yaratılması, insanların hayatını idame
ettirecek olan hususların var edilmesi bilen tarafından yapılmıştır. Gerçekten
de Allahü Teâlâ (cc), mahlûkatı öyle bir şekilde yaratmıştır ki, bu yaratılış
şekli, mahlûkatın hadis olduğuna ve kendisini yaratan bir yaratıcının
bulunduğuna ve nihayet bu yaratıcının birliğine işaret eder. Eğer Allah
mahlûkatın yaratılmasını bilmemiş olsaydı, mahlûkatın bu hal üzere meydana
gelmesinin imkân ve ihtimali düşünülemezdi. Allahü Teâlâ (cc)’nın mahlûkatı
olduğu gibi yaratması, kendisinin yarattığını bildiğine delalet etmektedir.
Peygamberlerin şer’iat (hukuk sistemi) ile
gelmesi de Allah’ın ilmi ve ihtiyari iledir. Hiç şüphesiz insanlar
peygamberlere tabi olup onların getirdikleri prensiplerle amel etmiş olsalardı
aralarındaki ihtilaflar sona erer ve fitne ve fesat son bulurdu.
Allahü Teâlâ (cc) zatı ve fiilleriyle âlem
arasında içkinlik yoktur. Biliyoruz ki; yaratılanda fesat, şer, çirkin ve kötü
sıfatları ile anılabilir. Eğer yaratılmışın zatında Allah’ın fiili bulunmuş
olsaydı Allahü Teâlâ (cc)’nın bu isimlerle anılması mümkün olurdu. Bu isimlerle
Allah’ın isimlendirilmesi küfür olduğuna göre Allah’a verilen bu isim ve
sıfatlar, bu isim ve sıfatlardan gayridir.
Yaratılmışlarda değmek, duyurmak, taat,
masiyet ve kazanmak gibi özellikler vardır. Eğer Allah ile yaratılmışlar
arasında bir iç içe geçme durumu olsaydı Allah’a bu isimleri vermek mümkün
olurdu. Ama Allah ile yaratılmış arasında iç içe geçme durumu yoktur.
Yaratılanla Allah arasında içkinlik var diyen kimse vehimlere teslim olmuştur.
Yaratmak Allah’ın fiilinin ismidir. Ve Allah’a kendi yanımızdan bir isim
veremeyiz.
Bu durumda birileri “madem Allah ezelde
(Tekvin) yaratıcılık sıfatı ile isimlendiriliyorsa niçin ezelde Allah’tan başka
varlık yoktur” gibi bir soru sorabilir. Allahü Teâlâ (cc) ezelde eşyanın
bulunduğu hal üzere var olacağını biliyor ve murad ediyordu. Bu her şeyin vakti
zamanında olması için Allahü Teâlâ (cc)’nın eşya üzerindeki kudret, iradesi ve
eşya hakkındaki ilmi gibidir.
Allahü Teâlâ (cc)’ya bir sıfat isnad edildiği
zaman bu sıfatın ezeli olduğuna inanmak icap etmektedir. Bu sıfatın altında
bulunan varlıklar, Allah’ın sıfatları ile beraber anıldığı zaman eşyanın kadim
olduğu anlaşılmaması için eşya varlık zamanı ile beraber anılır. Kaldı ki bir
varlığın üstünden zaman geçmesi tek başına onun sonradan var olduğunun
alametidir ve bu alamet onun Allah ile içkin olmadığının delilidir. Bütün varlıklar
ve fiiller Allah’ın ezeldeki tekvin sıfatının tecellisidir.
Bununla birlikte tekvinin (yaratmanın) manası beşer
anlayışının ulaşamadığı bir husustur. Bu hususu ancak “kün (ol)” sözünün imkân ve
ihtimali dairesinde anlamamız mümkündür. Bu konuda şöyle deriz: Allahü Teâlâ (cc),
var olmasını bildiği ve dilediği her şeye “ol” dediği vakitte o şey bu emirle var
olur. O var olan her şey, bulunduğu hal üzere var olması gerektiği vakitte tekrarsız
olarak var olur. Bizim diyebileceğimiz bu kadardır ve mahlukatın akli kapasitesi
tekvin sıfatını anlamaya müsait değildir.