16 Mayıs 2014 Cuma

İlmin Vasıtaları

İnsan, akıl ve nefsi ile yaratılmıştır. Akıl ve nefis kimi zaman birbirine uyum sağlar bazen de çekişir. Hakikatin ne olduğunu bulmak için akıl yürütmek, gözlem ve konu hakkındaki haberlere bakmak zaruridir.
Eşyanın hakikatini (varlık aslında yoktur diyen) inkâr (varlık aslında yoktur diyen) eden kimse, kendini beğenen bir şarlatandır ki hayvanlar bile onun mertebesine düşmek istemez. Zira hayvanlar, acı duyacağı, lezzet alacağı ve hayatını devam ettireceği unsurları bilirler. Eşyanın hakikatini inkâr edilen kimse ile münazara yapılamaz. O, “sen, gerçekten inkâr mı ediyorsun?” sorusuna “evet” derse inkârını reddetmiş olur, hayır derse iddiasını. Böyle bir kimsenin hakkı bir uzvunun kesilmesi ve şiddetli bir acı çekmesidir. Böylece âlemin var olduğunu bilir. Esasen âlem bizzârure bilinir.
Eşyanın hakikatini inkâr eden kimse tüm iddialarına rağmen nefsinin hoşuna giden şeylerin peşine düşmekten ve kendisine zarar vermekten kurtulamaz. Onun durumu sadece şeytanın Allah’a ibadet etmekten uzaklaştırmak için sunduğu vesveselerden ibarettir.
Eşyanın hakikatini bilmek için iki vasıta vardır: Haberler ve duyu organlarının (özellikle görme) faaliyetleri.
Haberleri inkâr edenin durumu ile eşyanın hakikati yoktur diyen aynı makamdadır. Zira inkârını ilan etmek dahi bir haberdir. Kaldı ki haberleri inkâr eden soyunu, ismini, mahiyetini ve her şeyin ismini bile inkâr etmesi lazımdır. Yiyecek yemek, kendisine faydalı olan şeylerin birçoğu bile haberler sayesinde bilinir. Haberleri inkâr eden; Allah’ın kendisine ihsan ettiği büyük nimetlere (ayet ve hadislere), konuşma nimetine, işitmekle elde edilecek temyiz kuvvetine nankörlük yapmaktadır. Bu ise kibrin son noktasıdır.
Eşyanın hakikatini inkâr edenle haberleri reddeden kimsenin hali aynıdır. Çünkü bu kimsenin kendi inancını ilettiği haberi bile yalanlaması (kendi kendisini inkâr etmesi) gerekmektedir. Ayrıca haberler, lezzetli ve zevkli hususlarda da esastır. Biz kendisinden lezzet aldığımız gıdaları bile çok zaman haberlerle öğrenmekteyiz. Haberleri inkâr eden kimsenin samimi ise önce lezzetli şeylerden vazgeçmesi lazımdı. Zira olabilir ki, yediği şeyler zehir olabilirdi. (Ama haberleri inkâr eden samimi değildir.) Bu insan samimi ise kendisine zarar verecek şeylerden kaçmamalı ve illa kötülükleri tecrübe etmeliydi. Esasen insanlara fayda veren ve onlara zarar veren birçok şeyi haberler vesilesiyle öğreniriz. Gerek âlemin hakikatini inkâr eden gerekse de haberleri reddeden kimsenin bu noktadan sonra şeytanın aldatmalarına teslim olduğunu ve şeytanın süslemelerine kandığını söylememiz lazımdır.
Haberler; mütevatir ve mütevatir olmayan diye ikiye ayrılır.
Peygamberlerin getirdikleri haberler, en doğru haberlerdir. Bu iki açıdandır. Birincisi onlar Allah’ın elçileridir (Allah’ın elçileri yalan söylemez) ikincisi ise onlardan gelen haberler bize kadar aklen inkâr edilmesi mümkün olmayan çok kişi (peygamberlerin dışında kalan kimselerin yalan söylemekten korunduklarına ve doğru söylediklerine dair yanlarında bir delil olmasa da) tarafından tarafımıza iletilmiştir. Bu tür haberlere mütevatir haberler denilir. Evet, tek tek bu kişilerin yalan söylemeyeceklerine dair bir delil olmasa da hepsi birleşince yalan ihtimali ortadan kalkar. Mütevatir habere (aklen) inanmak zorunludur.  
Diğer bir haber ise Peygamberden sadır olduğuna dair mütevatir seviyesine ulaşmayan haberdir. Bu tür haberlerin ravilerini incelemek, sahih ise amel etmek ve ictihadı terketmek vâcibitir. Burada önemli olan haberin sahih olup olmamasıdır. Kişi (âlim), inceler ve kanaati hangi yönde ise ya haberle amel eder veya etmez.   
Haber, duyu organlarından uzak ve kulaklarınızla direk duymanızın imkânsız olduğu meselelerde gündeme gelir. Haberlerde kabul etmemiz için en önemli unsur haberin sıhhatidir. Bununla birlikte haberin akıl yürütme şeklinde değerlendirilmesi de gerekmektedir. Peygamberlerin gösterdiği mucizeler ile sihirbazların süsleyip öne sürdükleri maharetlerin arasını ayırmak lazımdır. Delillerin bilinmesi için düşünmek her insanın düşünme gücü kapsamındadır. Mucizeler ile sihir arasındaki fark çok açıktır ve Allah, peygamberin kendi yanından gönderildiğini ispat için onları mucizelerle desteklemiştir. İnsanların ve cinlerin benzerini getirmekten aciz kaldığı Kur’an-ı Kerim bu mucizelerden birisidir. Bununla birlikte Allahü Teâlâ (cc) kullarına tefekkürü emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur’an’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil mi?” (Fussilet Suresi: 53)
“Hala bakmazlar mı o deveye ki, nasıl yaratılmış.” (Gaşiye Suresi: 17)
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgârları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın birliğine deliller vardır.” (Bakara Suresi: 164)
 “Kendi nefislerinizde dahi (nice âyetler var. Bunları) görmüyor musunuz?” (Zariyat Suresi: 21)
Allahü Teâlâ (cc) daha başka birçok ayette tefekkürü insana tavsiye etmiş ve tefekkürler kendilerini hakka muvaffak kılacağını beyan buyurmuştur.
Tefekkürü ve gözlemi inkâr edenin elinde yine tefekkür ve gözlemin dışında bir delil yoktur. Bununla birlikte yaratılış hikmetini düşünmek herkese lazımdır. Çünkü hikmetsiz yaratılış abes ve çirkindir. Yaratılandan yarata bir delil vardır ve buradan yaratanın zatı ile var olduğu yaratanın ezeli olduğunu ve yaratılanın sonradan olduğunu bilinebilecek imkân herkes için mevcuttur. Bu bilgilerin hepsi tefekkür ve gözlem ile mümkündür.  
İnsana, bütün yaratılmış her şeyi idare etme salâhiyeti özellikle verilmiştir. Bunun için imtihan olunacak belâ ve musibetlerle karşılaşmak, akılların kendilerine en yararlı gördüğünü talep etmek, bu hususta en güzeli seçmek ve zararlı olanlardan uzaklaşmak gibi özellikler insana verilmiştir. Bunları bilmenin yolu da ancak eşyayı gözlemlemek ve akıl kullanmakla mümkün olur. Öyle ise eşyanın hakikati ancak gözlem ile anlaşılır. Gözlerin renkleri seçemediği, kulağın sesleri alamadığı zaman da yapılması gereken tefekkürdür.  
Eşyanın hakikatini kabul eden, duyu organlarının faaliyetlerini de önemseyen ve hatta haberlere de önem veren yalnız akıl yürütmeyi ilmi elde etmenin vasıtası olarak görmeyen kimse ile eşyanın hakikatini inkâr eden arasında hiçbir fark yoktur. Zira dünyadaki çeşitli faydalar ve ümit edilen şeylerin akıbetleri hep akılla bilinir. Akıl yürütmeyi inkâr edenin ilmi hiçbir değere sahip olmadığını söylemeliyiz. Zira eşyanın hakikatini bilmek de haberlerin doğruluğunu test etmek de hep akıl sayesinde mümkündür. Mesele herhangi bir eşyada bir hükmü (iyi veya kötü) kabul eden kimseye; “Bu hükme nasıl ulaştın” diye sorsak ve o da “buna haberler sayesinde vardım” dese bu defa “haberin doğru olup olmadığını nasıl bildin?” diye sorarız. Bu soru kişinin elde ettiği bütün haberler için sorulabilir. 

Eşyanın güzel veya kötü olması, fiillerin çirkin veya iyi olması hakkında ancak duyu organlarının faaliyetleri ve bunlar hakkındaki haberlerin bize ulaşmasından sonra mümkün olur ve bu duruma ilim denilir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder