İnsan, akıl ve nefsi ile yaratılmıştır. Akıl
ve nefis kimi zaman birbirine uyum sağlar bazen de çekişir. Hakikatin ne
olduğunu bulmak için akıl yürütmek, gözlem ve konu hakkındaki haberlere bakmak
zaruridir.
Eşyanın hakikatini (varlık aslında yoktur diyen)
inkâr (varlık aslında yoktur diyen) eden kimse, kendini beğenen bir şarlatandır
ki hayvanlar bile onun mertebesine düşmek istemez. Zira hayvanlar, acı
duyacağı, lezzet alacağı ve hayatını devam ettireceği unsurları bilirler.
Eşyanın hakikatini inkâr edilen kimse ile münazara yapılamaz. O, “sen,
gerçekten inkâr mı ediyorsun?” sorusuna “evet” derse inkârını reddetmiş olur,
hayır derse iddiasını. Böyle bir kimsenin hakkı bir uzvunun kesilmesi ve
şiddetli bir acı çekmesidir. Böylece âlemin var olduğunu bilir. Esasen âlem
bizzârure bilinir.
Eşyanın hakikatini inkâr
eden kimse tüm iddialarına rağmen nefsinin hoşuna giden şeylerin peşine
düşmekten ve kendisine zarar vermekten kurtulamaz. Onun durumu sadece şeytanın
Allah’a ibadet etmekten uzaklaştırmak için sunduğu vesveselerden ibarettir.
Eşyanın hakikatini bilmek için iki vasıta vardır:
Haberler ve duyu organlarının (özellikle görme) faaliyetleri.
Haberleri inkâr edenin durumu ile eşyanın hakikati
yoktur diyen aynı makamdadır. Zira inkârını ilan etmek dahi bir haberdir. Kaldı
ki haberleri inkâr eden soyunu, ismini, mahiyetini ve her şeyin ismini bile
inkâr etmesi lazımdır. Yiyecek yemek, kendisine faydalı olan şeylerin birçoğu
bile haberler sayesinde bilinir. Haberleri inkâr eden; Allah’ın kendisine ihsan
ettiği büyük nimetlere (ayet ve hadislere), konuşma nimetine, işitmekle elde
edilecek temyiz kuvvetine nankörlük yapmaktadır. Bu ise kibrin son noktasıdır.
Eşyanın hakikatini inkâr
edenle haberleri reddeden kimsenin hali aynıdır. Çünkü bu kimsenin kendi
inancını ilettiği haberi bile yalanlaması (kendi kendisini inkâr etmesi)
gerekmektedir. Ayrıca haberler, lezzetli ve zevkli hususlarda da esastır. Biz
kendisinden lezzet aldığımız gıdaları bile çok zaman haberlerle öğrenmekteyiz. Haberleri
inkâr eden kimsenin samimi ise önce lezzetli şeylerden vazgeçmesi lazımdı. Zira
olabilir ki, yediği şeyler zehir olabilirdi. (Ama haberleri inkâr eden samimi
değildir.) Bu insan samimi ise kendisine zarar verecek şeylerden kaçmamalı ve illa
kötülükleri tecrübe etmeliydi. Esasen insanlara fayda veren ve onlara zarar
veren birçok şeyi haberler vesilesiyle öğreniriz. Gerek âlemin hakikatini inkâr
eden gerekse de haberleri reddeden kimsenin bu noktadan sonra şeytanın
aldatmalarına teslim olduğunu ve şeytanın süslemelerine kandığını söylememiz
lazımdır.
Haberler; mütevatir ve mütevatir olmayan diye ikiye
ayrılır.
Peygamberlerin getirdikleri haberler, en doğru
haberlerdir. Bu iki açıdandır. Birincisi onlar Allah’ın elçileridir (Allah’ın
elçileri yalan söylemez) ikincisi ise onlardan gelen haberler bize kadar aklen
inkâr edilmesi mümkün olmayan çok kişi (peygamberlerin dışında kalan kimselerin
yalan söylemekten korunduklarına ve doğru söylediklerine dair yanlarında bir
delil olmasa da) tarafından tarafımıza iletilmiştir. Bu tür haberlere mütevatir
haberler denilir. Evet, tek tek bu kişilerin yalan söylemeyeceklerine dair bir
delil olmasa da hepsi birleşince yalan ihtimali ortadan kalkar. Mütevatir
habere (aklen) inanmak zorunludur.
Diğer bir haber ise Peygamberden sadır olduğuna dair
mütevatir seviyesine ulaşmayan haberdir. Bu tür haberlerin ravilerini
incelemek, sahih ise amel etmek ve ictihadı terketmek vâcibitir. Burada önemli
olan haberin sahih olup olmamasıdır. Kişi (âlim), inceler ve kanaati hangi
yönde ise ya haberle amel eder veya etmez.
Haber, duyu organlarından uzak ve kulaklarınızla
direk duymanızın imkânsız olduğu meselelerde gündeme gelir. Haberlerde kabul
etmemiz için en önemli unsur haberin sıhhatidir. Bununla birlikte haberin akıl
yürütme şeklinde değerlendirilmesi de gerekmektedir. Peygamberlerin gösterdiği
mucizeler ile sihirbazların süsleyip öne sürdükleri maharetlerin arasını
ayırmak lazımdır. Delillerin bilinmesi için düşünmek her insanın düşünme gücü
kapsamındadır. Mucizeler ile sihir arasındaki fark çok açıktır ve Allah, peygamberin
kendi yanından gönderildiğini ispat için onları mucizelerle desteklemiştir.
İnsanların ve cinlerin benzerini getirmekten aciz kaldığı Kur’an-ı Kerim bu
mucizelerden birisidir. Bununla birlikte Allahü Teâlâ (cc) kullarına tefekkürü
emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde
delillerimizi göstereceğiz ki, Kur’an’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli
olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil mi?” (Fussilet Suresi:
53)
“Hala bakmazlar mı o deveye ki, nasıl yaratılmış.”
(Gaşiye Suresi: 17)
“Şüphesiz göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar
şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip de onunla
yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları
yaymasında, rüzgârları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan
bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın birliğine
deliller vardır.” (Bakara Suresi: 164)
“Kendi
nefislerinizde dahi (nice
âyetler var. Bunları) görmüyor musunuz?” (Zariyat Suresi: 21)
Allahü Teâlâ (cc) daha başka birçok ayette
tefekkürü insana tavsiye etmiş ve tefekkürler kendilerini hakka muvaffak
kılacağını beyan buyurmuştur.
Tefekkürü ve gözlemi inkâr edenin elinde yine
tefekkür ve gözlemin dışında bir delil yoktur. Bununla birlikte yaratılış
hikmetini düşünmek herkese lazımdır. Çünkü hikmetsiz yaratılış abes ve
çirkindir. Yaratılandan yarata bir delil vardır ve buradan yaratanın zatı ile
var olduğu yaratanın ezeli olduğunu ve yaratılanın sonradan olduğunu
bilinebilecek imkân herkes için mevcuttur. Bu bilgilerin hepsi tefekkür ve
gözlem ile mümkündür.
İnsana, bütün yaratılmış her şeyi idare etme
salâhiyeti özellikle verilmiştir. Bunun için imtihan olunacak belâ ve
musibetlerle karşılaşmak, akılların kendilerine en yararlı gördüğünü talep
etmek, bu hususta en güzeli seçmek ve zararlı olanlardan uzaklaşmak gibi
özellikler insana verilmiştir. Bunları bilmenin yolu da ancak eşyayı
gözlemlemek ve akıl kullanmakla mümkün olur. Öyle ise eşyanın hakikati ancak
gözlem ile anlaşılır. Gözlerin renkleri seçemediği, kulağın sesleri alamadığı
zaman da yapılması gereken tefekkürdür.
Eşyanın hakikatini
kabul eden, duyu organlarının faaliyetlerini de önemseyen ve hatta haberlere de
önem veren yalnız akıl yürütmeyi ilmi elde etmenin vasıtası olarak görmeyen
kimse ile eşyanın hakikatini inkâr eden arasında hiçbir fark yoktur. Zira
dünyadaki çeşitli faydalar ve ümit edilen şeylerin akıbetleri hep akılla
bilinir. Akıl yürütmeyi inkâr edenin ilmi hiçbir değere sahip olmadığını
söylemeliyiz. Zira eşyanın hakikatini bilmek de haberlerin doğruluğunu test
etmek de hep akıl sayesinde mümkündür. Mesele herhangi bir eşyada bir hükmü
(iyi veya kötü) kabul eden kimseye; “Bu hükme nasıl ulaştın” diye sorsak ve o
da “buna haberler sayesinde vardım” dese bu defa “haberin doğru olup olmadığını
nasıl bildin?” diye sorarız. Bu soru kişinin elde ettiği bütün haberler için
sorulabilir.
Eşyanın güzel veya kötü olması, fiillerin
çirkin veya iyi olması hakkında ancak duyu organlarının faaliyetleri ve bunlar
hakkındaki haberlerin bize ulaşmasından sonra mümkün olur ve bu duruma ilim
denilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder