Görülenin görülmeyene işaret etme meselesinde
birçok değişik görüş ortaya atılmıştır. Bu görüşlerden birisi de şudur: “Gördüğümüz
varlıklar, görünmeyen varlığa delalet eder. Çünkü görünen, görünmeyen için bir
asıl teşkil etmektedir. Ve asıl ve fer her zaman birbirine kıyaslanabilir.
Dolaysıyla görünmeyende görünenin benzeridir.” Bu görüşten yola çıkarak
görünmeyenin görünen gibi olduğunu ve âlemin kadim (ezeli) olduğunu iddia
etmeye kadar vardırmışlardır. Bu tezlerini tıpkı zamana benzettiler. Zira şu an
ki zaman kendinden önce geçen ve kendisi gibi olana (ve aslında kendisi gibi sonradan
olmaya) delalet eder. Şöyle demektedirler: “Hiçbir vakit yoktur ki kendisinde
âlemin başlangıcı düşünülsün de kendisinden öncesi düşünülmüş olmasın. Böylece
âlemin meçhul kalması batıldır.” Düşünülen bir vakitten hiçbir yoktur ki kendisinden
sonra olan bir vaktin düşünülmesi mümkün olmasın. Bu bile zamanın hadis olduğuna
delalet eder. Bununla beraber zamanın başlangıcının olmaması mümkün olursa bütün
vakitler batıl olur. Zamanı alemin kadimliği için delil getirmek en olmayacak şeydir.
(Zaman adı üstünde zamandır ve sürekli akar gider, değişir.)
Bunlara
göre âlem ezelde nasıl ise öyledir ve onlar varlığa bir öz (heyûlâ)
yükleyenlerle birdir. Onlar; “âlem ilk madde ile kendi kendine var olmuştur”
demişlerdir. Hâlbuki âlem zıtların birbirine geçtiği bir yerdir ve değişimlerin
alanıdır. Bu zıtlıkları idare etmek ve değişimler tek başına âlemin sonradan
meydana geldiğine delalet eder. Dolaysıyla görülen âlem, görülmeyenin
vasıflarını anlamak için yeterli değildir. Öyleyse Allah, yaratılmış her şeyden
öte bir varlıktır. O, birdir.
Allahü Teâlâ (cc)’nın vahdaniyeti (birliği)
sayılardaki gibi birlik şeklinde değildir. Zira sayılardaki “bir”in yarımı ve
cüzleri vardır. Allah zıtlardan ve kendisine benzeyen hususlardan beridir.
Çünkü Allah’ın zıttı olduğuna inanmak Allah’ın ilahlık sıfatını inkâr etmektir.
Allah’ın benzerini iddia etmekte aynıdır. Esasen bütün yaratılmışlar
şekillerin, zıtların ve benzerlerin ismi altında toplanmıştır. Şekil ve zıtlar
ise yok olma ihtimalini ve bir olmayı imkânsız kılmayı ifade eder.
Allahü Teâlâ birdir. O’nun benzeri yoktur.
Kendi zatı ile daimdir, kaimdir. Kendisinin zıttı, eşi, benzeri yoktur. Bu
sözümüz; “O’nun misli (O’na benzer) hiçbir şey yoktur” (Şura Suresi: 11)
ayetinin tefsiridir. Zira benzeri olan her şey bir sayının (bir cinsin) altına
girmiş olur ki, bunun en azı ikidir. Ve zıttı olan her şey de zıddının altında
yok olacak sıfatlara sahiptir. Şekiller de sayının altındadır ve bu
katılmasıyla çift olur. Allah, azamet ve büyüklükte, kudret ve hükümranlıkta
birdir. Benzemek ve zıttı bulunmaktan beri olmakla birdir. Bunun içindir ki;
Allah’a cisimdir, arazdır (eşyaya nitelik sağlayan şey) diyen kimsenin sözü
gerçek dışıdır. Çünkü araz ile cisim nihayetinde eşyanın taşıdığı bir manadır.
Böyle anladığın takdirde yaratılmış herhangi bir şeye izafe edilen herhangi
birşeyin Allah’a izafesinin imkânsız olduğu açıktır. Cenab-ı Allah’ın hiçbir
sıfatı hiçbir zaman mahlûkattan birinin sıfatına benzemez velev ki yaratışmış
herhangi bir şeye Allah’ın sıfatlarından biri izafe edilse bile. Dolaysıyla
Allah’ı mahlûka benzeten müşebbihenin inattan başka bir delili yoktur. Allah’ı görülen âlemin ihtimal ettiği bir şey
olduğunu zanneden Müşebbihe; aslında yaratıcıyı inkâr etmiştir.
Mahlûkatın her açıdan birbirine benzemesi
mümkün değildir. Çünkü eğer böyle bir durum olsaydı tüm yaratılanlar tek
derdik. Hâlbuki yaratılanları (taş, demir, hayvan, insan) diye birbirinden
ayırıyoruz. Burada şunu demek istiyoruz. Nasıl yaratılmışlar birbirlerine bazı
açılardan benziyor bazı açılardan benzemiyorsa (yani böyle bir özellikleri varsa)
eğer biz Allah’ı herhangi bir şekilde yaratılmışa benzetirsek Allah’ı da
yaratılmışların bir parçası olarak görmüş olurduk.
Allah’ın isimlerinin ispatında veya
sıfatlarının tahkikinde yaratılmışta bulunan herhangi bir şeyle benzetme mümkün
değildir. Allah’ı bilmek ve ilahlığını hakkı ile anlamak ancak isimlerle olur.
Buna mecburuz ve kelimelerle Rabbimizi anlamaya çalışırız. Bu açıdan
görülmeyenin bilinmesi ancak görülenle bilinir diyebiliriz. Zira Allah’ı
tanımak için başka bir gücümüz yoktur. Hatta bırakın yaratıcı meselesini bizler
mevcut olan herhangi bir şeyi bile hissetmeden bilme imkânına sahip değiliz.
(Elektrik çarpmadan elektriği, aklımızı hissetmeden aklımızın varlığını bile
anlayamıyoruz.) Bizler bizim kelimelerimiz dışında bir isim vererek bilgi elde
etmeye imkân sahibi varlıklar değiliz. Yalnız şunu diyebiliriz; “Allah âlimdir
fakat diğer âlimler gibi değil.” Bu sözümüzle yaratılmış herhangi bir şeyle
Allah’ın ilminin benzerliğini ortadan kaldırmak istedik. Zaten bir sıfat Allah
hakkında kullanılıyorsa muhakkak ki, yücelikle beraber anılır. (Allah âlimdir
demek zaten O’nun ilminin başkaları gibi olmadığını beyan etmek demektir.)
Görülen âlemin görülmeyene işaret etme meselesini biraz daha açalım:
Görülen âlem, kendisini meydana getiren yaratıcısına
işaret eder. Ama görülen âleme bakarak yaratıcı şöyledir veya böyledir demek
mümkün değildir. Görülen âlem, kendisinin misli ve benzerinin bulunmasına
işaret etmez. Bu kıyaslar doğru değildir. Çünkü böyle bir kıyas doğru olsaydı
âleme kendi açısından bakan herkesin kendine göre ilah anlayışını tasdik
etmemiz icap ederdi. (Kimi âleme bakar vahşi bir yer der ve ilah vahşidir der.
Kimi de âleme bakar ilah sevgi doludur der ve kimi kimi birçok şeyler.) Böyle
bir şey ise hakikatin çok uzağında olan bir şeydir. Öyle ise görülene bakarak
görülmeyen mutlaka şöyledir demek doğru bir davranış değildir. Kaldı ki
görüleni bile tam olarak kuşatamayan ve hakikatine vakıf olamayan bizlerin
görülmeyen şöyledir demesi nasıl mümkün olur? Bu tür kıyaslar ancak mahlûkat
içerisinde birbirine benzeme meselelerinde kullanılabilir. Mesela “şu şey ateş
gibidir” demek gibi.
Yukarıda “Gördüğümüz varlıklar, görünmeyen
varlığa delalet eder. Çünkü görünen, görünmeyen için bir asıl teşkil
etmektedir. Ve asıl ve fer her zaman birbirine kıyaslanabilir” söyleyen
kimselerden bahsetmiştik. Bu sözü söyleyen kişi şunu bilmeli ki; gerek görülen
gerekse de görülmeyen husus ancak yaratılmış olandır. Bu cümle kendine göre
ters terkiptir. Yalnız görülenin aslın parçası görülmeyenin ise asıl olduğu
meselesinin delili nerededir? Bunun içindir ki bu terkip daha baştan kabul
edilmesi gereken bir terkip değildir. Belki de gördüklerimiz asıl görmediğimiz
onun bir parçasıdır. Kaldı ki akıl ile bilinir ki, var olan birçok şey kendi
cevherinden hariçte asıl olarak var olur. “Yazı” ve “bina” bu konuda güzel bir
örnektir. Burada harfler mi asıldır yoksa kelime mi?
Görünen âlemde; ruh, akıl, işitme, görme, heva
ve heves ve bunlara benzemeyen idrak edilemeyen, ihata olunamayan şeyler
vardır. Gözlerimizle göremediğimiz kesif (elektrik vs.) gibi varlıklar da
öyledir. Eğer görünmeyeni asıl ve kadim olarak iddia edeceksek şöyle saçma bir
hükme ulaşmamız da mümkündür: Akıldan meydana gelen akıl, görmekten meydana
gelen görmek ve işitmekten meydana gelen işitme… Bilinen bir gerçektir ki; her
yaratılan kendisinden meydana gelen arasında bir irtibat mutlak benzerlik
olmadığı ortadadır. Böylece aralarında çeşitlilik olduğundan bunların hepsinin
sonradan olduğunu söylemek zorundayız. (Akıl, ruh, işitme, heva her şey değişmekte
ve kendilerinden meydana gelen şey de onlardan farklı şeyler olmaktadır)
Elbette değişen varlık kadim olamaz. Dolaysıyla şu hükme varırız. Allah,
görülen ve görülmeyen bütün unsurları ile âlemden ayrıdır ve benzersizdir. Ve
âlem, kendisine benzemeyen ilah tarafından yaratılmıştır.
Burada şunu belirtmek zorundayız. Muhakkak ki
yazı, kendisini bir yazana delalet eder. Ama yazıyı kimin yazdığına delalet
etmez. Yazıyı yazan melek, insan yahut cin olabilir. Yazı hiçbir zaman yazıyı
yazanın mahiyetine, keyfiyetine işaret eder. Yazı ile yazıyı yazanı benzetmeniz
anlamsızdır. Yazı nihayetinde bir yazı yazana işaret eder. Âlem, kendisinde
bulunan her şeyi ile aynen bunun gibidir. Her varlık, keyfiyeti ve mahiyetini
delalet etmeyecek şekilde yaratıcısına işaret eder. Âleme bakarak Allah’ı da
bir şeylere benzetmek olacak şey değildir.
Mevcudun üzerine delalet ettiği şey delalet
ettiği yönlere göre muhtelif olarak tezahür etmiştir. Allah’ın yaratıcı olması
âlemin aciz olmasından, Allah’ın alim olmasının delili yaratılmışın kendi
varlığını bilememesinden (cahilliğinden) bilinmektedir. Öyle ise biz âlemin
Allah’a işaret etmesini âlemin Allah ile uyumlu olmasından değil aksine
benzemezliğinden çıkarıyoruz. Dolaysıyla Allah, aleme hiçbir açıdan
benzetilemez. (Sonuç olarak âleme bakarak Allah’da şöyledir vs. demek doğru
değildir.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder