Âlemin kadim olduğunu söyleyenlerin hemen
hepsi âlemin, müşahede edildiği gibi kendisini yaratan bir şey olmadan bir
şeyden bir şey olma (anadan çocuk gibi) sistemine göre meydana geldiğini
söylemektedirler. Bu durum aynen zaman gibi birbirine tabi olarak sürüp
gitmektedir. Bazıları da Allah’ı âlemin ilk yaratıcısı (ilk özü yaratan) sonra
ise yaratma işlemine karışmayan bir sebep olarak değerlendirmişlerdir. Buna
göre heyûlâ, kadim olan eşyanın ilk özüdür. Nihayetinde bu iki görüşünde
vardığı yer âlemin kadim olduğu noktasında birleşir. Bunun içinde şöyle örnek
verirler. “Toprak kadimdir onun üzerinde biten bitki hadistir.”Bu kimselerin
tamamı kendilerince somut olmayan her şeyi reddederler. Onlara göre fikirde
düşünülmeyen, nefiste tasvir edilemeyen bir şey yoktur.
Birşeyin bir şeyden olması o şeyin diğerinin
içinde bulunup sonra ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. İnsanın
kendisinin tümü ile menide, ağacında tohumda yer alması mümkün değildir. Bu
inanç, sağlam akıl sahibinin nefsinde şekillenmesi mümkün olmayan bir şeydir.
Yani “somut” bir gerçekliği yoktur bu düşüncenin. Her şeyi illa da somut olarak
elinde tutmak isteyen kimse daha ilk başta kendisiyle çelişkiye düşmekte ve
kendi inancı olan “şeyin bir şeyden olduğu” sözünü kendi eliyle iptal etmektedir.
İnsanın meniden ibaret değil de hem meni hem
de ananın yediği gıda maddelerinin bileşkesinden meydana geldiğini söylemek de
mümkün değildir. Haydi diyelim ki insan, doğumundan belli bir yaşa kadar gıda
maddeleri ile büyüyor ama belli bir yaştan sonra gıda maddelerini ne kadar
yerse yesin insan büyümemektedir. Kaldı ki gıda maddelerinin kendisi cansız ve
ölüdür. İnsanın gıda maddesi gibi bir ölüden meydana gelmesi imkânsızdır.
Bir şey bir şeyden meydana gelmiştir inancını
bir an için kabul etsek o şeyleri meydana getiren şeylere ve meydana gelen
şeylere baktığımızda görüyoruz ki; hepsi hadislerde olan özelliklerle
kayıtlıdır. Hiçbirinde kadim özellikler söz konusu değildir.
Ve niçin âlemden olan bir şeyin bir şeyden var
olmadığı görüşü kabul edilsin de, âlemden olan her şeyin bir şeyden olduğu
kabul olmasın?
Yine biz âlemin bazısının bazısına mekân
olduğunu görüyoruz. Âlemin tümünün ilk maddeden veya heyûlâdan meydana
geldiğini bir an için kabul etsek bile bu ilk şey bu kadar şeyi taşıyacak mekânı
nereden bulmuştur?
Sonuç olarak; âlemden bir şeyin kadim olması
mümkün olması hem de sonradan yaratılanlarla iç içe olması nasıl mümkün olur.
Bu bir varlığa hem ölü hem diri demek gibi bir şeydir.
Âlemden bir şeye kadim diyen, varlığın özünün
heyûlâ olduğunu söyleyen ve bir şey bir şeyden olmadır diye iddia atanların
aklı öyle bir akıldır ki ancak akılsızlıkla nitelenebilir. Seslerin arasını
görmekle, renklerin arasını da işitmekle ayırt etmek isteyenle (deli ile) bu
gibi kimse arasında hiçbir fark yoktur. His ile bilinebilecek bir şeyi histen
başkasıyla (atıp tutarak) bilmeye çalışan kişinin aklı kısadır. Bilinmesinin
yolu duyu organlarının dışında olan şeyin, bilinmesine duyu organlarıyla
ulaşmak isteyen kimse aklı dar olan kimsedir. Her şeyi somutlaştırmak isteyen
ve gördüklerine yine gördüklerini baz alarak var eden uyduran kimse aslında
delilden hareket etmemektedir.
Bu gruptan bazılarının “Allah, âlemin var
olması için illettir” sözü ile âlemin Allah ile beraber olduğunu (ikisinin de
ezeli) olduğunu kast ediyorlarsa bu mümkün değildir. Bu mecbur tutma yoludur.
Sıfatı bu olan bir kimse ile âlemin var olması imkân ve ihtimal dâhilinde
değildir. Âlem çeşitlidir ve sonradan olmuştur. Kim ki kendi ile bir şey var
olursa o nevin sahibi olur. (Âleminde tek olması gerekirdi) Yok eğer bu
sözleriyle Allah’ın âlemi yoktan var ettiğini kast ediyorlarsa bu sözleri doğru
olmakla birlikte Allah’a illet ismini vermeleri doğru değildir, fasittir. Allahü
Teâlâ (cc), Âlim’dir, Kadir’dir, fâil’dir, çok cömerttir. Bütün bu sıfatlar
aklen sahih yönleriyle Allah’ta bulunur. Allahü Teâlâ (cc) her olmasını
dilediği şeyi “ol” emrini vererek olur. Görünen âlemde bir şeyin var olabilmesi
için Allah’ın bu sıfatlara sahip olduğu açıktır. Dolaysıyla birşeyin bir şeyden
önce olduğunu söyleyen kimseler öncelikle o şeyin mutlak alim, kadir, fail
olduğunu söylemek zorundadır.
Mani Dini’ne göre “âlemin aslı karanlık ve
aydınlıktan oluşmak üzere ikidir. Bu varlıkların yerleri ayrıydı. Aydınlığın
bulunduğu yer hep aydınlık, karanlığın bulunduğu yer ise her zaman karanlıktı.
Sonra bir gün aydınlık karanlığın yanına gitti ve karanlık aydınlığın içine
nüfuz etti. İşte o zaman âlemde meydana geldi” demektedirler. Bu görüş cahilliğin ta kendisidir. Çünkü
aydınlık dedikleri ilk madde karanlıkla birleşmekten hali kalamamıştır. Bu ise
onun aciz olduğunu göstermektedir. Ve aydınlığı karanlığın kendisine yayılması
anında cahil kıldılar. Zira bilmiş olsaydı karanlığın içine nüfuz etmesinden
kurtulurdu. Bunu niye söylüyoruz; zira bu inanca inanan insanlar, aydınlığın
kendinde bulunan karanlık yerleştikten sonra karanlığın parçalarından kurtulmak
için âlemi yarattığı inancındadırlar.
Heyhat… Mani Dini’ni savunanlar haktan ne
kadar uzaklaştılar böyle. Aydınlığı kadim sayıp her hayrın ondan olduğunu ve
her ilmin, hayrın ilkinin o olduğuna inanan kimse ne büyük cehalete düşmüştür.
Aydınlık ilahı sadece cahil değil aynı zamanda acizdir. Zira mademki aydınlık
sadece hayrı yaratmaktadır öyleyse âlemin çoğu niye şerlerle bezenmiştir?
Bunun gibi Seneviyye (iki ilaha inanan) olan
kişiler de inançlarında karmakarışık şeyler vardır. Onlardan bazıları Mani’nin
aksine esas yaratıcının karanlık olduğunu inanıyorlar. Karanlık tabidir
aydınlık ise sonrada vaki olandır.
Gerek Mani Dini gerekse de Seneviyye hepsi hezeyandan
ibaret lakırdılardan başka bir şey değildir. Onları bu inanca sürükleyen şey
nedir? Delilleri nelerdir? Bu meselede asıl olan şudur: Gerek karanlık olsun
gerekse de aydınlık her ikisi de değişmek, halden hale intikal etmek, parça
parça olmak, güzel ve çirkin halleri olan yaratılmışlardır. Eğer karanlık veya
aydınlık âlemin cüzlerine dönüşmüş olsalar idi, her ikisin de âlemin hadis ve
yok olması ile fani olurlardı. Sonra her ikisinin ilah olması mümkün e
değildir. Çünkü her ikisinde de acizlik ve cahillik açıktır. Âlem; kendisini
var edenin âlim, hâkim ve kuvvetli olmasına delalet etmektedir. Kaldı ki
aydınlık ve karanlıktan her biri tek başına kendisine delalet edecek bir şey
yaratmaya kadir değildir. Böyle olunca her ikisinin yaratıcı değil sadece yaratılan
olduğu sabit olur. Meselenin diğer bir yanı da şudur: Âlemde hayır diye
nitelendirebileceğimiz mutlak ve ebedi hayır ve şer diye nitelendirebileceğimiz
mutlak ve ebedi şer yoktur. Dolaysıyla kendi başına müstakil ne hayır ilahı ne
de şer ilahına delalet eden hiçbir şey yoktur. Sonra asıl olan şudur: Hayır ve
şerrin birleşmesi birbirine nüfuz etmesi özelliklerinde birbirine kaynaşmasına
vesile olur. Böylece karanlık olan bir şeyden de hayır çıkmış olur. Tek başına
bununla bile hayırdan şer olmaz, şerden de hayır olmaz gibi sözleri batıl olmuş
olur.
Maniciler veya Seneviyye İnancına sahip olan
kişilerin bazısı (vejetaryenler) bu karanlık ve aydınlık hikayesinden
kendilerince şer’iat (kanun) uydurmuşlardır. Bunlara göre kesilen hayvanları
yemek haram (yasak, insanlık dışı, vahşi bir iş)dır. Hâlbuki bizzat kendi
inançlarına göre kesilen hayvanları yemek daha haklı bir davranış olacaktı.
Çünkü hayvanı kesmekle karanlık olan cesetle aydınlık olan ruhun arası ayrılmış
olacaktı (ruha özgürlük sağlanacaktı).
Onlar, şerrin hayır cevherinden, hayrın da şer
cevherinden meydana gelmesini inkâr ediyorlar. İşte bu görüştür ki, onları iki
asıl vardır inancına sevk etmiştir. Hâlbuki şerrin yaratılmasındaki hikmeti
anlamaktan aciz kalmak, iki asıl vardır demeye insanı mecbur kılmaz. Şerrinde
kendine göre incelenmesi ve hikmeti vardır. Onlara şöyle diyebiliriz: Aydınlık ve
karanlıktan her birinden aynı anda hayır ve şerr gelmediğini kabul ettiğimiz zaman
nasıl olur da onlardan her birinin vasfı bu olur da her ikisinden (içinde şer ve
hayır olan, hatta tek maddede bile şer ve hayır olan) âlem meydana gelir. İç içe
çelişkilerin içine düşmüşlerdir. Bunun içindir ki sen onların kendilerine yaptıklarından
daha büyük bir aptallık ve cehalet göremezsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder