18 Mayıs 2014 Pazar

Âlemin Kadim Olduğunu Söyleyenler ve İki İlah Anlayışı



Âlemin kadim olduğunu söyleyenlerin hemen hepsi âlemin, müşahede edildiği gibi kendisini yaratan bir şey olmadan bir şeyden bir şey olma (anadan çocuk gibi) sistemine göre meydana geldiğini söylemektedirler. Bu durum aynen zaman gibi birbirine tabi olarak sürüp gitmektedir. Bazıları da Allah’ı âlemin ilk yaratıcısı (ilk özü yaratan) sonra ise yaratma işlemine karışmayan bir sebep olarak değerlendirmişlerdir. Buna göre heyûlâ, kadim olan eşyanın ilk özüdür. Nihayetinde bu iki görüşünde vardığı yer âlemin kadim olduğu noktasında birleşir. Bunun içinde şöyle örnek verirler. “Toprak kadimdir onun üzerinde biten bitki hadistir.”Bu kimselerin tamamı kendilerince somut olmayan her şeyi reddederler. Onlara göre fikirde düşünülmeyen, nefiste tasvir edilemeyen bir şey yoktur.
Birşeyin bir şeyden olması o şeyin diğerinin içinde bulunup sonra ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. İnsanın kendisinin tümü ile menide, ağacında tohumda yer alması mümkün değildir. Bu inanç, sağlam akıl sahibinin nefsinde şekillenmesi mümkün olmayan bir şeydir. Yani “somut” bir gerçekliği yoktur bu düşüncenin. Her şeyi illa da somut olarak elinde tutmak isteyen kimse daha ilk başta kendisiyle çelişkiye düşmekte ve kendi inancı olan “şeyin bir şeyden olduğu” sözünü kendi eliyle iptal etmektedir.
İnsanın meniden ibaret değil de hem meni hem de ananın yediği gıda maddelerinin bileşkesinden meydana geldiğini söylemek de mümkün değildir. Haydi diyelim ki insan, doğumundan belli bir yaşa kadar gıda maddeleri ile büyüyor ama belli bir yaştan sonra gıda maddelerini ne kadar yerse yesin insan büyümemektedir. Kaldı ki gıda maddelerinin kendisi cansız ve ölüdür. İnsanın gıda maddesi gibi bir ölüden meydana gelmesi imkânsızdır.
Bir şey bir şeyden meydana gelmiştir inancını bir an için kabul etsek o şeyleri meydana getiren şeylere ve meydana gelen şeylere baktığımızda görüyoruz ki; hepsi hadislerde olan özelliklerle kayıtlıdır. Hiçbirinde kadim özellikler söz konusu değildir.   
Ve niçin âlemden olan bir şeyin bir şeyden var olmadığı görüşü kabul edilsin de, âlemden olan her şeyin bir şeyden olduğu kabul olmasın?
Yine biz âlemin bazısının bazısına mekân olduğunu görüyoruz. Âlemin tümünün ilk maddeden veya heyûlâdan meydana geldiğini bir an için kabul etsek bile bu ilk şey bu kadar şeyi taşıyacak mekânı nereden bulmuştur?
Sonuç olarak; âlemden bir şeyin kadim olması mümkün olması hem de sonradan yaratılanlarla iç içe olması nasıl mümkün olur. Bu bir varlığa hem ölü hem diri demek gibi bir şeydir.
Âlemden bir şeye kadim diyen, varlığın özünün heyûlâ olduğunu söyleyen ve bir şey bir şeyden olmadır diye iddia atanların aklı öyle bir akıldır ki ancak akılsızlıkla nitelenebilir. Seslerin arasını görmekle, renklerin arasını da işitmekle ayırt etmek isteyenle (deli ile) bu gibi kimse arasında hiçbir fark yoktur. His ile bilinebilecek bir şeyi histen başkasıyla (atıp tutarak) bilmeye çalışan kişinin aklı kısadır. Bilinmesinin yolu duyu organlarının dışında olan şeyin, bilinmesine duyu organlarıyla ulaşmak isteyen kimse aklı dar olan kimsedir. Her şeyi somutlaştırmak isteyen ve gördüklerine yine gördüklerini baz alarak var eden uyduran kimse aslında delilden hareket etmemektedir. 
Bu gruptan bazılarının “Allah, âlemin var olması için illettir” sözü ile âlemin Allah ile beraber olduğunu (ikisinin de ezeli) olduğunu kast ediyorlarsa bu mümkün değildir. Bu mecbur tutma yoludur. Sıfatı bu olan bir kimse ile âlemin var olması imkân ve ihtimal dâhilinde değildir. Âlem çeşitlidir ve sonradan olmuştur. Kim ki kendi ile bir şey var olursa o nevin sahibi olur. (Âleminde tek olması gerekirdi) Yok eğer bu sözleriyle Allah’ın âlemi yoktan var ettiğini kast ediyorlarsa bu sözleri doğru olmakla birlikte Allah’a illet ismini vermeleri doğru değildir, fasittir. Allahü Teâlâ (cc), Âlim’dir, Kadir’dir, fâil’dir, çok cömerttir. Bütün bu sıfatlar aklen sahih yönleriyle Allah’ta bulunur. Allahü Teâlâ (cc) her olmasını dilediği şeyi “ol” emrini vererek olur. Görünen âlemde bir şeyin var olabilmesi için Allah’ın bu sıfatlara sahip olduğu açıktır. Dolaysıyla birşeyin bir şeyden önce olduğunu söyleyen kimseler öncelikle o şeyin mutlak alim, kadir, fail olduğunu söylemek zorundadır.  
Mani Dini’ne göre “âlemin aslı karanlık ve aydınlıktan oluşmak üzere ikidir. Bu varlıkların yerleri ayrıydı. Aydınlığın bulunduğu yer hep aydınlık, karanlığın bulunduğu yer ise her zaman karanlıktı. Sonra bir gün aydınlık karanlığın yanına gitti ve karanlık aydınlığın içine nüfuz etti. İşte o zaman âlemde meydana geldi” demektedirler.  Bu görüş cahilliğin ta kendisidir. Çünkü aydınlık dedikleri ilk madde karanlıkla birleşmekten hali kalamamıştır. Bu ise onun aciz olduğunu göstermektedir. Ve aydınlığı karanlığın kendisine yayılması anında cahil kıldılar. Zira bilmiş olsaydı karanlığın içine nüfuz etmesinden kurtulurdu. Bunu niye söylüyoruz; zira bu inanca inanan insanlar, aydınlığın kendinde bulunan karanlık yerleştikten sonra karanlığın parçalarından kurtulmak için âlemi yarattığı inancındadırlar.
Heyhat… Mani Dini’ni savunanlar haktan ne kadar uzaklaştılar böyle. Aydınlığı kadim sayıp her hayrın ondan olduğunu ve her ilmin, hayrın ilkinin o olduğuna inanan kimse ne büyük cehalete düşmüştür. Aydınlık ilahı sadece cahil değil aynı zamanda acizdir. Zira mademki aydınlık sadece hayrı yaratmaktadır öyleyse âlemin çoğu niye şerlerle bezenmiştir?
Bunun gibi Seneviyye (iki ilaha inanan) olan kişiler de inançlarında karmakarışık şeyler vardır. Onlardan bazıları Mani’nin aksine esas yaratıcının karanlık olduğunu inanıyorlar. Karanlık tabidir aydınlık ise sonrada vaki olandır.
Gerek Mani Dini gerekse de Seneviyye hepsi hezeyandan ibaret lakırdılardan başka bir şey değildir. Onları bu inanca sürükleyen şey nedir? Delilleri nelerdir? Bu meselede asıl olan şudur: Gerek karanlık olsun gerekse de aydınlık her ikisi de değişmek, halden hale intikal etmek, parça parça olmak, güzel ve çirkin halleri olan yaratılmışlardır. Eğer karanlık veya aydınlık âlemin cüzlerine dönüşmüş olsalar idi, her ikisin de âlemin hadis ve yok olması ile fani olurlardı. Sonra her ikisinin ilah olması mümkün e değildir. Çünkü her ikisinde de acizlik ve cahillik açıktır. Âlem; kendisini var edenin âlim, hâkim ve kuvvetli olmasına delalet etmektedir. Kaldı ki aydınlık ve karanlıktan her biri tek başına kendisine delalet edecek bir şey yaratmaya kadir değildir. Böyle olunca her ikisinin yaratıcı değil sadece yaratılan olduğu sabit olur. Meselenin diğer bir yanı da şudur: Âlemde hayır diye nitelendirebileceğimiz mutlak ve ebedi hayır ve şer diye nitelendirebileceğimiz mutlak ve ebedi şer yoktur. Dolaysıyla kendi başına müstakil ne hayır ilahı ne de şer ilahına delalet eden hiçbir şey yoktur. Sonra asıl olan şudur: Hayır ve şerrin birleşmesi birbirine nüfuz etmesi özelliklerinde birbirine kaynaşmasına vesile olur. Böylece karanlık olan bir şeyden de hayır çıkmış olur. Tek başına bununla bile hayırdan şer olmaz, şerden de hayır olmaz gibi sözleri batıl olmuş olur.   
Maniciler veya Seneviyye İnancına sahip olan kişilerin bazısı (vejetaryenler) bu karanlık ve aydınlık hikayesinden kendilerince şer’iat (kanun) uydurmuşlardır. Bunlara göre kesilen hayvanları yemek haram (yasak, insanlık dışı, vahşi bir iş)dır. Hâlbuki bizzat kendi inançlarına göre kesilen hayvanları yemek daha haklı bir davranış olacaktı. Çünkü hayvanı kesmekle karanlık olan cesetle aydınlık olan ruhun arası ayrılmış olacaktı (ruha özgürlük sağlanacaktı).
Onlar, şerrin hayır cevherinden, hayrın da şer cevherinden meydana gelmesini inkâr ediyorlar. İşte bu görüştür ki, onları iki asıl vardır inancına sevk etmiştir. Hâlbuki şerrin yaratılmasındaki hikmeti anlamaktan aciz kalmak, iki asıl vardır demeye insanı mecbur kılmaz. Şerrinde kendine göre incelenmesi ve hikmeti vardır. Onlara şöyle diyebiliriz: Aydınlık ve karanlıktan her birinden aynı anda hayır ve şerr gelmediğini kabul ettiğimiz zaman nasıl olur da onlardan her birinin vasfı bu olur da her ikisinden (içinde şer ve hayır olan, hatta tek maddede bile şer ve hayır olan) âlem meydana gelir. İç içe çelişkilerin içine düşmüşlerdir. Bunun içindir ki sen onların kendilerine yaptıklarından daha büyük bir aptallık ve cehalet göremezsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder